Afetler, ayak izlerimiz kadar
Biz, bir ayrıntı mıyız alemde? Milyarlarca senelik bir ömür içinde birkaç dakika mıyız?
Kainat saati 12’ye yaklaşıyor. Biz eski saatleri bilmiyoruz.
Kitaplarda 6 gün yazıyor. Yazıyorsa doğrudur. Ama Pazar’dan Cuma’ya, parmakla sayabildiğimiz 6 gün değil, mahiyetine vakıf olamadığımız 6 gün.
Bu 6 günü 14 milyar yıla eşitleyen hesaplar da yapıldı. Belki de doğrudur, çünkü Einstein’ın keşfettiği gibi zaman izafidir.
Kastamonu’da, Sinop’ta, sel koca koca apartmanları önüne katmış götürüyor.
Arada küçük küçük, afetin kopardığı kıyamete göre küçük, insan çığlıkları.
Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Artvin. Hepsi aynı tehdit altında.
Güzel memleket Karadeniz. İnsanın aklını başından alacak kadar yeşil.
Yağmuru bol. Irmakları bol.
Ama dağları sarp, vadileri dar ve derin.
Yağmur da yağdı mı hesapsız yağıyor son senelerde. Birkaç saatte üç yüz, dört yüz kilogram.
Karbon ayak izlerimiz, su ayak izlerimiz büyüdükçe bulutların mizanı bozuluyor.
Su, çıldırıyor.
Çıldırdığı zaman kimseyi tanımaz su.
Yüz yıllık ağaçları kökünden kütür kütür söker.
Toprağı uçurur.
Taşları yuvarlar.
Ne bulduysa, yükseklerden yazılara doğru korkunç bir gürültüyle süpürür.
Bu, alemin, insansız, kendi halince seyridir.
Alem insansız da devam edebilir. Fakat insan, alemle kıyaslandığında hiç kadar küçük görünse bile önemsiz değildir.
Akıllıdır insan.
Keşke sadece akıllı olsaydı. Sadece aklını kullansaydı.
Akıllıdır ama çok da peşinci. Bu yüzden aklını kullanmayı ihmal eder.
İşte, toprak. Irmağın kıyısında. Yaparsan bir ev sığar. Yap o zaman.
O yaptı sen de yap, sen de yap.
Ve min şerri ğasıkin iza vegab.
Çöktüğü zaman karanlığın şerrinden.
‘Taştığı zaman şehvetin şerrinden’ diye okuyanlar da var.
Durdurulabilir mi insan, gözünü yanlışa diktiği zaman?
Toprağı gören, görüp oraya bir beton kondurmayı tahayyül eden bir insana kim mani olabilir?
Hükümetler mi?
Ya hükümetleri kim durduracak? Bir yere çökmeye ya da bina dikmeye niyetlendikleri zaman?
Irmak yavaşça akıyor orada. Sesi de tatlı, su sesi. Sen de ırmağın yanı başında, ırmağın sesiyle uyursun.
Irmağın akışı sabaha kadar bütün yorgunluğunu giderir.
İyi de orası ırmağın. Irmak bir gün alır o toprağı senden.
Evini de alır. Seni de alır.
Akıl, insanların aklına, hükümetlerin aklına Basra harap olduktan sonra geliyor.
Yeni bir şey değil aslında. Eskiden de olmuş.
Aradaki fark. Şimdi her sene oluyor. Bazen senede birkaç kez oluyor.
Demek daha çok bozduk fıtratı.
1929’da Of ile Çaykara’yı yerinden sökmüş. 2539 bina yıkılmış, 146 kişi ölmüş.
“Elbet bir kusur var idi bize/Pazar ertesine saat sekize/Salunan beşikler endi denize”
Diye yazmış Oflu Ali Haydar Efendi.
Bakkaloğlu Asım Efendi ise afetten sonra Görele’deki akrabalarına yazdığı mektupta “Zeno köyü camii şerifi 11 kubbeli İstanbul´da emsali yok idi. Köyün başında yoroz dağı gibi bir dağ var idi. Yarilup cami ve köyü önüne katıp dereye indirdi. Abdest alınamayacak bir ırmak 150 senelik gürgen ağacını götürdü” diyor.
O günlerde yazılan mektuplarda afetin isyan ve tuğyan sebebiyle Allah tarafından gönderildiğini söyleyenler var.
Baldızlarıyla evlenen tüccarlardan, camide kumar oynayanlardan söz edenler.
“Cenab-ı Allah bizi nuh kavmi gibi etti” diyor birisi.
Arada bir illiyet olabilir mi?
Böyle bir bilgiye sahip değilim. Sahip olan biriyle de karşılaşmadım.
Fakat, her gördüğü boş araziye beton dikmenin veya ırmağın yatağına binalar inşa etmenin... ‘Mizan’ı bozacak, alemi ifsad edecek işler yapmanın bir çeşit azgınlık olduğuna aklım eriyor.
Kurarsam böyle bir illiyet kurarım.