‘Akrebin kıskacında yoğrulmuş’ bir adam

Kulakları çınlasın, Mehmet Niyazi Ağabey, Marmara Kıraathanesi’ni “Profesörle işportacıyı aynı masada tartıştıran bir okul” olarak tarif ederdi.

Akademik alemde en yüksek ilmi seviye malum, profesörlüktür.

Marmara’nın kıdemlileri için de, ‘profesörlük’le eşdeğer bir tabir icat edilmişti.

‘Marmaratör’ diyorlardı.

Marmara’dan önce ‘Küllük’ varmış.

Küllük müdavimleriyle Marmara müdavimlerini kıyaslayınca, Küllük ağır basıyor.

Yani, Küllük, daha yüksek bir mektep.

Benim ilk çocukluğum İstanbul’da geçti ama, daha sonra babamın memuriyeti dolayısıyla uzun zaman İstanbul’dan uzak düştüm.

Tekrar İstanbul’a dönüşüm 80’lerin sonuna denk gelir.

Dolayısıyla Marmara’ya yetişemedim.

Geldiğimde Çorlulu Ali Paşa Medresesi vardı. Kıraathane olarak işletiliyordu.

Çorlulu’nun müdavimlerinden arkadaşlarım vardı. Ben de gider-gelir oldum.

Tabir caizse, Çorlulu’ya yavaş yavaş ‘kaynak’ yaptım.

Bir okur-yazar cemaat. Cemaat ama, herkesin kafası özgür.

Bir tarikat değiller. (Aralarında ehl-i tarik olanlar var elbette.) Mezhep veya meşrep teşkil etmiyorlar. Kimisi eski ülkücü, kimisi İslamcı, kimisi eski solcu, bazısı hala ülkücü, değişik değişik insanlar. Tek tük ateist bile bulunuyor.

Şairler, romancılar, gazeteciler, ilim adamları, bürokratlar, sanayiciler, talebeler...

Neredeyse, ‘Medine-i Fazıla’ gibi bir yerdi.

Hüsamettin Arslan’ı ilk orada gördüm.

Birkaç kişinin ortasındaydı ve sesi bana kadar ulaşıyordu. Kulağımdaki cümlesi şu: “Arkadaşlar, Osmanlı gelmiş, kapıya dayanmıştır.”

Erol Olçak’ı da ilk orada gördüm.

Hilmi Oflaz’ı da...

Nusret Özcan’ı da...

Seyfettin’i de...

Sonra İlesam açıldı.

Yeni bir okul açılmış da oraya naklimiz çıkmış gibi... Çorlulu müdavimlerinin kahir ekseriyeti İlesam’a taşındı.

Biz, Özal’ın son dönemlerini Çorlulu’da, 28 Şubat hengamesini de İlesam’da idrak ettik.

Önceki gün İlahiyat Fakültesi’nin camisindeydik.

Hüsamettin Arslan’ın cenaze namazını kılmak için.

Baktım, bizim ‘okul’un müdavimleri hep orada.

Hayat bizi sağa sola dağıttı.

Ölüm bizi eksiltti.

Ayrıca devir de değişti.

Birbirimizi göremez olduk.

Arkadaşlardan bir kısmı... Tabir caizse çekirdek kadro, Süleymaniye’de bir kahveye gidiyorlarmış. Ben, biraz da mesai uyuşmazlığı yüzünden henüz siftah edemedim.

Namaz öncesinde insanların, arkadaşlarımın yüzlerine baktım. Kimisini 15-20 senedir görmüyorum. Hepsini özlemişim.

Bazılarını uzaktan gördüm. Uzaktan görmek bile ruha iyi geliyor, söyleyeyim.

Rahmetli dedem birkaç sene memlekete gidemediği zaman, “Sıla-i Rahim’i ihmal ettik, günahta kaldık” derdi.

Sıla-i rahim, sadece memlekete giderek yapılmaz. Süleymaniye’ye de gitmem lazım demek ki...

Hüsamettin Arslan, kesif bir yoksulluk kıskacının içinde, dünyanın çilesini de, fikrin çilesini de, ilmin çilesini de çekmiş, dolu bir adamdı.

‘Akrebin kıskacında yoğrulmuş’ bir adamdı...

Ben tekrar etmeyeyim, İbrahim Kiras, Beşir Ayvazoğlu, Mevlana İdris, dün güzel yazmışlar. Onlardan okuyun. Ama mutlaka okuyun.

‘Epistemik Cemaat’ bir ‘temel eser’dir. (Paradigma Yayınları.)

‘Yöntemizm, Bilimizm, Sosyal Bilimler ve Entelektüeller.’ (Paradigma.)

‘Jöntürkler, Jönkürtler, Muhafazakarlar.’ (Yine Paradigma.)

‘Twitmania, Etnomania, Şiddetmaia.’ (Pınar.)

Görüyor musunuz? Kitapların isimleri bile birer ilmi tez.

Hüsamettin Arslan’ın çevirdiği eserler dahi bir ‘profesörlük kalifikasyonu’ için yeter de artar.

Onun çevirilerini okuyacak evsafa sahip olmayanların gürültüsü yeri göğü tutarken, Hüsamettin Arslan garip yaşadı, garip gitti.

Bence, fazilet olarak bu bile yeter Hüsamettin’e...

Mü’min bir adamdı. Ahlaklı bir adamdı.

Allahu Te’ala ahiretini mamur etsin.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum