Ankara’nın her yeri soğuk değil
Yine Ankara yılları. Bazen kendimden şüphe ediyorum. Yoksa ben Ankara’yı seviyor muyum? Ankara’ya ilk kez 1976’nın 6 Mart’ında MTTB’nin düzenlediği bir miting için gelmiştik. Benim bulunduğum gruptaki arkadaşların hiç biri sevmedi Ankara’yı.
Ankara soğuk. Yani Mart’ın 6’sı zaten soğuk.
Fakat başka bir soğuğu anlatıyor, Ağustos’ta bile gelsek söyleyebileceğimiz ‘Ankara soğuk’ cümlesi.
Büyük büyük, kara kara, gri gri binalar. Memur memur, selamsız sabahsız caddeler, sokaklar.
Biz, 70’lerin sonundan itibaren Ankara’nın kendi yaşadığımız yerlerini ısıttık.
Şu halde, ‘ben Ankara’yı seviyor muyum’ sorusunun sadece Ankara’nın bizim ısıttığımız yerleriyle ilgili kısmına ‘evet’ diyebilirim.
Birazı Kızılay. Zafer Çarşısı’nın içi. Akabe’yle Fatih.
Sonra Sakarya’daki çay ocağı.
Bazen avuç içi kadar yer nefes almaya yetiyor.
Ali Sali galiba orada rastlıyordu Ahmet Çiğdem’e.
Ara sıra bahsediyordu. Üzeyir’le de tanıştılar, ben henüz tanışmamışken.
O günlerde İsmet Özel ortalığı kasıp kavuruyor.
Bir gün ben de vardım, İsmet Özel’i ve şiiri çok konuştuk. Konuştuk dediysem, daha çok Ahmet Çiğdem konuştu.
Ütopya’yı çıkarıyordu. Birkaç arkadaşıyla birlikte. Güzel dergiydi.
Başka şeylerden (disiplinlerden desem daha iyi) haberi var, bu anlaşılıyor.
Fakat nasıl olmuşsa şiire yakalanmış. Veya başka bir şeye yakalanmış da şiirsiz duramıyor, şiir konuşası, şiir yazası var.
Parlak bir zeka.
Şöyle tarif edeyim:
Zekası girişken, kendisi çekingen.
Çiğdem’in bir de üniversiteden öğretim üyeliğinden atıldığını hatırlıyorum. Gazi’den miydi? Yanılabilirim.
Tabii ki kendisini üniversiteden atanlardan daha zeki ve daha bilgiliydi.
Ahmet Çiğdem bir bilim adamı.
Fakat geçenlerde Fatih Kitabevi’ne uğradığımda ‘Moğol Lekesi’ adlı, Ahmet Çiğdem imzalı bir kitap gördüm.
Kitabın kapağında Rusça ‘Çeneni Kapa!’ diyen sert bakışlı esmer bir kadın resmi var. Ebabil’den çıkmış.
Baktım, bu, o Ahmet Çiğdem. Sevindim.
Eski Defterler 1980-86 arasındaki şiirleri kapsıyor.
Yeni Defterler, 86’dan 2017’ye kadar geliyor.
2017’ye kadar gelmişse devam eder. Buna da sevindim.
“Adını okşuyorum buluttan kağıtlara yazıp
Bildiğim tek kelimeyi bulunduğum her yere
Seni susmak azaptır bana, konuşmak ayıp
Dilimi kopartın diye yalvarıyorum meleklere.”
Bu Eski Defterler’den.
Acının pişirdiği ruhu ateşin mısralardan tanıyabilirsiniz.
“Birazdan buradan geçecek bir yolcu gibiyim
Her geçişte bir yüz bırakan belge yerine” mısralarını görünce, ‘şiir devam ediyor’ dedim.
Ama biraz başka türlü devam ediyor.
“Smokers Die Younger
Definiteliy, yes/Certainly, true...”
Sakın İngilizce olmasına takılmayın. Başka türlü yazılamazdı.
“Talebe geleneği olmaktan çoktan çıkmıştı cigara/Kara sevdanın remzi dijital sinyal”
“Mezarlıkta mutlak vergi oranları düşsün diye/Ölmeyenler var/Söylemek bile gereksiz/They do also smoke heavily”
Tiryakiler en iyi şu kısmına nüfuz ederler:
“Ellerindeki tütün lekesi heimatlos yaptı onları/Taşıdıkları tütün kesesi ele verdi/İnsanlar içinde persona non grata”
Kitaba adını veren ‘Moğol Lekesi.’
Düşünüyorum da... Belki hayat bundan ibarettir.
“Kalbimizdeki/bir türlü çıkmayan, öteki değil/Bu. Yanımızda yürüyen gölgede./İçinde ikinci bir insan taşıyan./Şu zavallılık varolabilsin diye.”
“Vita Brevis” de öyle, hayata dair.
İngilizcesi bana daha çarpıcı geldi. Yani, Çiğdem’in yazdığı İngilizcesi...
Türkçesi şöyle:
“Birçoğu/kalp kırıklığından ölüyor/görünmez yaralardan/belki de unutulmaktan
Ama acı/o kalıyor işte.”
Aynı gün, Ahmet Çiğdem’in “Mucizenin Etik Uğrağı” kitabını da aldım. Altbaşlığı ’15 Temmuz Sonrası Din, Toplum ve Planaryal Özne Üzerine Düşünceler.’
Her nedense, -muhtemelen Çiğdem’in farklı bakabildiğini düşündüğüm için- bu kitabın bana henüz iyi göremediğim yeni bir şey göstereceğini hissediyorum.
Bakalım umduğum gibi çıkacak mı?