Cemaatler lağvedilse olur mu?
Ecnebiler’ milletin canına kast etmişti. ‘Ecnebiler’ kelimesi memleketimize kurulan tuzakların ‘harici’ menşeini çağrıştırabilir. Çağrıştırmasında bir sakınca yok. Fakat, dünyayı ele geçirmeye çalışan başka gezegenlerden gelme ‘yaratık’ların bilim-kurgusal hikayelerini anlatan filmlerdeki ‘yabancı’ları da çağrıştırsın isterim.
İnsana dönüşebilen, beraber yürürken birdenbire fosforlu dişlerini, kuyu gibi karanlık gözlerini, uzun, metal tırnaklı ellerini farkettiğiniz ‘ecnebi’leri…
Büyük badire atlattık.
Sütten ağzımız yandı.
Sadece ağzımız yanmadı, zehirlendik.
Şimdi, şifa bulmak için tabir caizse midemizi yıkatmaya çalışıyoruz.
‘Atalarımız’ın söylediğine göre, sütten ağzı yanan ne yapar?
(Bu arada ‘atalarımız’ hemen her konuda en az bir negatif, bir pozitif söz söylemişlerdir. Bu yüzden ‘atalarımız’ın sözlerinde ihtiyat payı bırakmak faydadan hali değildir.)
‘Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer.’
Ağzımızı yakan, dimağımızı zehirleyen ‘süt’ cemaat kılığındaydı.
Ne olacak şimdi?
Cemaatleri lağvetmemiz mi gerekiyor?
Bu soruya ‘evet’ cevabı vermek isteyenler çoktur, bunu tahmin edebiliriz.
Fakat, ‘evet’ demek herhangi bir netice hasıl etmez.
İnsanlar arasında sivil oluşumlar, tarikatlar, cemaatler, gruplar var olmaya devam eder.
Ayrıca bunların mevcudiyeti faydalıdır da.
Farklı farklı düşünenler, farklı farklı söyleyenler olacak ki hayatın bir rengi, tadı olsun.
İnsanların farklardan haberi olsun.
Faydalı bir şey ne zaman zararlı olur?
Buna çok sayıda cevap verilebilir.
Cevaplardan biri şu olabilir:
Faydalı bir şey çığırından çıkınca zararlı hale gelir.
Başka alanları muvakkaten bir kenara bırakalım. Yani masonluk, şövalyelik vesaire, şimdilik kadrajın dışında kalsın.
FETÖ vakasında örneğimiz din kisveli bir topluluk olduğu için, dini toplulukların üzerinde duralım.
Cemaat. Veya tarikat.
Biliyorsunuz kanunla kapatılmıştı Cumhuriyet’ten sonra.
Yine biliyorsunuz kapatılmakla ‘yok’ olmamışlardı, mevcudiyetleri devam etmişti.
Bunların ‘referans’larının İslam olduğunu göz önünde bulunduralım.
‘Efendim İslam’da yok böyle şeyler’ demekte özgürsünüz. Fakat her topluluğun kendisini gerek doğrudan, gerek yorumlar veya teviller yoluyla naslara nispet ettiğini görmenize mani bir durum yok.
Faydalı bir şey ne zaman zararlı hale geliyordu?
‘Çığır’ından çıktığı zaman.
Çığır, lügatte yol anlamına geliyor. Ya ‘çığ’ın karda açtığı yol, ya ırmağın kendine açtığı yol, ya da karda insanların açtıkları yol.
Şu bahiste ‘çığır’ dediğimiz şeyin ‘İslam’ olması gerekiyor.
Kriterimiz, baz olarak alacağımız şey, İslam.
‘İslam’ın değişik yorumları var, hangisini baz alacağız?’
‘İslam’ın değişik yorumları’ndan murat, ‘mezhepler’ yani fıkıh ekolleri olmalı.
Cemaat veya tarikat kendisini hangi yoruma veya hangi fıkıh ekolüne nispet ediyorsa onu baz almamız isabetli olur.
Böyle bir ‘baz’a ihtiyacımız var. Tasavvufi gelenekte dahi her şey ‘çığır’ından çıkmasın diye fıkhi bir ‘zemin’ zaruri görülmüştür.
Bazıları ‘Fıkıh’ yerine doğrudan doğruya ‘Kitab’ı önerebilir.
Elbette Fıkıh dahil herkesin en evvelinde ve en sonunda istinad edeceği şey, ‘Kitab’dır.
Mamafih ‘Kitab’ın tefsirleri de bizi fıkhi ekollere götürür.
Buraya kadar yazdıklarım konunun girizgahı bile sayılmaz. Konuya girmek için bizi nasıl bir sütün zehirlediğine iyice bakmamız gerekiyor.
İmam, Kainat İmamı, Mehdi, Mesih kavramları ortalıkta uçuşup duruyor.
Şeyh, Mürşid, Mürid, mucize, keramet bunların arasına karışıp gidiyor.
Ben de biraz çalışayım.
Meseleyi halledemeyeceğimden eminim. Ama belki mevzu üzerinde mesai harcayanların işine yarayacak bir ‘malzeme’ üretebilirim.
Yani devam edeceğiz.
Bugünlük bu kadar.