Filistin Arap pazarında satılırken...
Bir saçma soru daha sorayım.
Araplar şiir yazar mı?
Tabii ki yazar. Hem de alasını yazar.
İmru’l Kays’tan, Antara’dan, Lebid’den öğrenmedik mi aruzu?
İşitmedik mi Kabe duvarına asılan şiirleri?
Peygamberimiz’in “Cibril seninledir” dediği Hassan Bin Sabit... Kaside-i Bürde’nin sahibi İmam Busayri... Daha niceleri, unutulabilir mi?
Ama bizler, gündelik hayatta öyle kolay harcıyoruz ki insanları, ulusları...
Arap mı? Ha ha haa! Bizi arkadan vurdular.
Doğrudur. Vardır arkadan vuranlar.
Ararsanız tarihte hepsini bulursunuz.
Hatta Türk’ün Türk’ü, Arap’ın Arap’ı arkadan vurduğunu da.
Ama benim bildiğim, Arapların arkadan vuruldukları da çoktur.
Başta sorduğum soruyu biraz günümüze uyarlayayım.
Suriyeliler şiir yazar mı?
Suriyeliler mi? Sığınmacılar... Fakirler... Hani şu sokakta, kırmızı ışıkta dilenen çocuklar.
Kolay, değil mi garibe söylenmek!
Allah kimseyi yersiz yurtsuz bırakmasın. Allah kimseyi garip etmesin.
Bakın ne diyor bir Arap şair.
“Oğlum kalemlerini, boya kutusunu önüme koyuyor
Bir vatan çizmemi istiyor benden
Fırça titriyor elimde
Ağlayarak düşüyorum...”
Nizar Kabbani, şiirini alıntıladığım, 20. Yüzyıl Arap şiirinin zirvelerinden. Memleketi Suriye, Şam.
Aynı şiirde ne diyor biliyor musunuz?
“Yatağımın kenarında oturuyor oğlum/Bir şiir okumamı istiyor benden/Gözümden bir damla yaş süzülüyor yastığa/Korkuyla izliyor oğlum ve/Ama baba diyor, bu gözyaşı, şiir değil/Ona diyorum ki/Büyüdüğün zaman oğlum/Arap şiir kitaplarını okuyunca/Göreceksin/Kelimeyle gözyaşının kardeş olduğunu/Ve Arap şiirinin yalnızca/Parmaklar arasından süzülen/Bir damla gözyaşı olduğunu...”
Şimdi mevsimidir. Filistin’in bazı Araplarca arkadan vurulduğu şu günlerde hatırlamaya değer. Başlığı: Halid Bin Velid’in İşten Çıkarıldığının Resmidir.
“Ey Salahaddin, Kur’an’ın ilk nüshasını sattılar/Ali’nin gözlerindeki hüznü sattılar/Şam’ı fethettikten sonra işten çıkardılar Halid’i/Cenevre’ye elçi olarak atadılar/Siyah fötr şapka giyiyor artık o/Sigara tüttürüyor, havyar yiyor, Fransızca homurdanıyor/Avrupalı sarışınlar arasında kağıttan bir horoz gibi geziniyor/Hayret nasıl evcilleştirdiler bu Kureyşli komutanı?”
Kudüs’ün, Şam’ın, Beyrut’un, Endülüs’ün şairidir Nizar Kabbani.
“Ey Kudüs, ey hüzünler şehri/Ey gözlerinden kocaman yaşlar akan/Kim durduracak düşmanları/Üzerine çullanan, ey dinlerin incisi/Kim silecek kanları duvarlarından/İncil’i kim kurtaracak/Kim kurtaracak Kur’an’ı/Kim kurtaracak Mesih’i katillerinden.”
‘Gazaba Uğramış Şiirler’de “El öpmez benim şiirim/Doğrusu sultanlara düşer/Şiirimin ellerini öpmek” dedikten sonra devam ediyor:
“Dostlarım/Baş kaldırmıyorsa, nedir ki şiir?/Azgınları ve azışları devirmiyorsa nedir ki şiir?/Zamanı ve mekanı sarsmıyorsa nedir?”
Savaşan bir şiiri var bir taraftan Nizar Kabbani’nin.
Bir taraftan da sırılsıklam aşık.
“Sevgilim soruyor bana/ne fark var benle gök arasında?/aranızdaki tek fark sevgilim/unutuyorum göğü/sen gülünce” (Aşkın kitabı. Çev: Mehmet Hakkı Suçin.)
“Aşkımızın en güzel yanı/akılsız ve mantıksız olması/aşkımızın en güzel yanı/yürümesi suyun üzerinde/ama batmaması”
Bir çok şiiri, bize Cemal Süreya’yı hatırlatabilir.
Bir şairin hem aşık hem devrimci olmasına örnek arıyorsanız, Nizar Kabbani uygundur.
Kabbani’nin şiiri Arap dünyasında karşılığını buldu. Arap dünyasının dışına da taştı. Ama Filistin’in Arap pazarında satıldığı bugünlerde eskisi kadar alaka göreceğinden şüpheliyim.
En azından satıcılar arasında!
Saçma bir soruyla başladım. Sorunun saçma olduğunu da Nizar Kabbani’nin şiirleriyle göstermiş oldum.
Sözüm bilenlere değildi.
Eksik yazdım, farkındayım. Ama söylüyorum bazen. Asıl maksadım, insanları kitaplara göndermek.