Hüzün günlerinin tesellisi

Evvelsi gün. İstanbul’un üstünde, İstanbul’un hüznüne katılmak istercesine kara bulutlar.

Soğuk bir rüzgar, rüzgara göre bir sağdan bir soldan yağan, gökten dökülmeyen, yüzümüze gözümüze çarpan asabi bir yağmur.

Evde tadımız yok. Sokakta
tadımız yok.

Boğaza bakıyorum. Deniz gri.
Çarpıntılı.

Haliç’le Boğaz’ın birbirlerine kavuştuğu yerde, Sarayburnu ile Karaköy arasında dalgalar karışır birbirine. Kalp çarpıntısı gibi ritimsiz iner çıkar.

Şu ikindi saatinde İstinye sahillerinde bile öyle dengesiz dalgalar.

Rüzgar yapıyor bunu herhalde.

Bu şehir böyle sıkıcı olamaz.

Yenmemiz lazım. Üstümüze çullanan kasveti alt etmemiz lazım.

Biz ne yapabiliriz?

Üzülürüz. Öfkeleniriz. Küfrederiz.

Ne olur ki üzülünce, küfredince?

Hiç.

Yazı yazarız.

Siyasiysek veya sivil toplumcuysak beyanat veririz.

Birisi benim bulunduğum yerde bomba patlatsa? Allah yazdıysa ölürüm.

Bu sonuncusu benim kontrolümde bir şey değil.

Yapabileceklerim bu kadar.

Böyle bir havadayım.

Siyasiler ne yapsın?

Takip edeceğiz, yakalayacağız, yanlarına bırakmayacağız…

Stefan Biliç. Bir müzisyen. Gitar çalarmış. Bunu bilmiyordum. Neymiş bu adam diye merak ettim. İnternette buldum.

Hırvat. Beşiktaş’ın eski teknik direktörü. Şimdi Londra’da West Ham’ı
çalıştırıyor.

Takımı Liverpool’la berabere kaldı. Bir puan aldı.

Biliç, aldığı bir puanı Türkiye’deki insanlara adadı.

Böyle bir şey işte.

Hissetmek istediğimiz, bir insan davranışı. Bir dostluk.

Öldüğümüz zaman bile, ‘ne biçim öldün’ diye bizi sorgulayan soğuk, ecnebi Avrupa tavrı yerine bu.

“Dualarım onlarla. Orada olanlar inanılmaz. Dünyanın birçok yerinde bulundum, belki de tanıdığım en iyi insanlar Türklerdi. Olanlar çok üzücü. Dünyanın en iyi ülkelerin biri, sadece doğası için değil insanları için bunu söylüyorum. Türkler çok sıcak ve arkadaş canlısı insanlar. Orada olanlar tek kelimeyle beni paramparça ediyor.”

Yine aynı gün.

Yasin. Galatasaraylı futbolcu.

Golü attı, koştu. Saha kenarında görevli polisleri kucakladı.

Demek ki futbolcular aklı fikri topta, parada olan manasız makinalar değilmiş.

Çorlusporlu futbolcular. Onlar da golü atınca koştular, polislere sarıldılar.

Aslında şehitlere sarıldılar.

Yaralı ve mahzun şehit annelerine, şehit babalarına, şehit çocuklarına sarıldılar.

Ben polisin böyle sevgiyle ve
merhametle kucaklandığına ilk defa
şahit oluyorum.

Onlar bu milletin oğulları ve kızları.

‘Görev’ bilirler, başka bir şey bilmezler. Geceleri gündüzleri yoktur. Uykusuz, yorgun, bazen icap eder günlerce sokakta cansiperane çalışırlar.

Ne karşılığında? Hiç. Memur maaşı işte. En fazla ne kadar olabilir? Belki bir ihalenin içindeki küçük bir ayrıntının faturaya yansıyan bedeli kadar.

Onların da hepimiz gibi, herkes gibi sevgiye, şefkate ihtiyaçları yok mu?

Hep sert komutlar mı işitecekler?

Hep asık suratlar, çatık kaşlar mı görecekler?

Bu defa oğul gibi, evlat gibi, kardeş gibi baktı insanlar polise.

Bu kasvetli günlerin tesellisi
işte buydu.

İyi insanların insanı güzel yapan, insanı insana benzeten davranışları.

Üzgünüz. Hatta kızgınız.

Nedir bu vahşet? Nedir bu terör?

İnsan nasıl bu kadar adileşebilir? Nasıl bu kadar çirkinleşebilir?

Diye sorduğumuz, gazap denizinin dalgaları arasında çırpındığımız bir zamanda, insanların kalbinden taşan merhamet ve sevgi.

Dua edelim. Allahu Teala memleketimizin semasındaki sevgiyi ve merhameti ziyadeleştirsin.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum