İdris Hamza’nın ‘bağlanma’sı
Nuri Bey’in okulu orası. Kelimenin, boşa dönen çark gibi boşa dönmesine müsaade edilmez. Eksilsin, eksilsin, bir tane kelime kalsın, ama kelime olsun.
Edebiyat Dergisi’ni ve Edebiyat okulunu böyle gördüm ben.
Büyük Usta Nuri Pakdil’i de böyle, kelimelere bazen lügatlerde bulunmayan, sadece Pakdil’in dünyasında var olduğunu hissettiğim, ona yakıştırdığım karşılıklar yükleyerek okudum, okuyabildiğim kadar.
Neyin ustası Nuri Pakdil?
En çok, ‘devrim’ disipliniyle mücehhez bir hayatı bir bilinç kaymasına, gaflete, aymazlığa saniye kaptırmadan yaşamanın ustası.
Öyle yaşayabilir misin?
Her yiğidin harcı değil, yaşarsın ama kilitlenebilirsin, kördüğüm olabilirsin.
O havayı teneffüs ettim. Gereğine inandım. Bazen imrendim.
Benim tabiatım müsait değildi öyle bir ‘bağlanma’ya. Dağınık kaldım.
İnsanların kadrini bilerek, nasiplenebildiğim kadar nasiplenerek, mahrum kaldığım kadar mahrum kalarak, bazen seçerek, bazen seçmeyerek, bazı iskelelerde durup bazılarında durmayarak yürüdüğüm bir yol tutturdum.
Eksik veya fazla, doğru veya yanlış, böyle vaki oldu.
Niye böyle laflar ediyorum ki? Başlıyorum, sonra kendimi zor durduruyorum.
Sebebi, şair arkadaşım Necip Evlice. Ya da Nuri Bey’in verdiği isimle, İdris Hamza.
‘Bağlanma’yı seçenlerden, Necip Evlice.
Sadece diliyle veya şiiriyle bağlanmadı. Hayatını hasretmek gibiydi onunki. Çok kıymetliydi. Ve bence değerdi.
Birkaç gündür şiirlerini okuyorum. (‘İkindi Tayfaları’ ve ‘Huylanışlar.’) Bir taraftan da Nuri Pakdil Okulunun disiplinini okumuş oluyorum.
“herşey aslında nedir ki/bir anı/bir ömre bedel yaşamak gibi”
Şaire mahsus bir halin ifadesi.
Ama Nuri Pakdil Okulunun karakterini de yansıtıyor.
Yoğunlaştırılmış ruh halleri.
Şurada da yoğunlaştırılmış bir düş:
“benim bu yazdan yana/düşlerimde kalanlar çok değil/bir ağlamalık zamana sığar hepsi”
‘Disiplin’ demişken şunu da anayım: Edebiyat Dergisi’nin ve Yayınları’nın kapaklarında, sayfalarında, ‘hurufat’ında, imlasında, tashihinde, gönderilerin paketlenmesinde, paketlerin, zarfların üzerine yazılan adreslerde daima bir estetik ve bir özen vardır.
Bu estetiğin ve bu özenin kurulmasında ve idame ettirilmesinde Necip’in katkısı herkesten fazladır.
Bir kentten ayrılınırsa, böyle ayrılınır:
“bir kenti geriye bakmadan terkedip bir başka kente yürüme başladı, acılar; testisi kırılmış su gibi boşalırken üstüme; yerini göğünü zehrine bulamış bu kenti sıyırıp attık kara bir leke gibi üstümüzden”
Kitabın bir yerinde İlhami’ye rastladım.
“üç kişiyiz burnun en ucunda: Ali ve İlhami. konuşuyoruz. martılar kayıyor yanımızdan yöremizden. derken martılı bir söyleşidir koyulaşıyor.”
Karantina günlerinin Heybeliada’sı. Ali, Ali Göçer’dir muhakkak. İlhami, Satranç Dersleri’nin şairi rahmetli İlhami Çiçek olmalı.
Hemen ardından gelen dizeye bakın:
“deniz de/ince bir sızı gibi kımıl kımıl”
Ve bazen, adanın şeref konuğu.
“Ustam geldi/Ustam yine geldi/sevindim/ezildim”
Dirilten bir hatıranın yansıması:
“şimdi/çok eskiden içilen bir çayın/içildiği yere/atmaya götürüyorum kalbimi”
Yürümek, bu okulda daha belirgin.
“yalnızlığını söyleme hep/yürüyoruz şimdi”
Şurası, bir fotoğraf gibi. Ya da bir tahayyül.
“bir adam oturttum kıyıya en yakın taşın üstüne/öyle derindi ki duruşu/bozamazdı yürüse üstüne deniz”
Bir başka fotoğraf:
“uzakta gümüş bir parıltı akşam/şavkır yüzüme kuş gölgeleri”
Necip fotoğraf sanatçısıdır. Şiirini okurken, sık sık bir fotoğrafı okur gibi olursunuz.
Huylanışlar’ın baş tarafında, gaip bir baba öyküsü var. Öyle bir öykü yaşamışsanız, hayat size sırlarını daha çok açar.
Necip Evlice’nin şiiri o öyküdeki fotoğraftan başlıyor sanki.
Diyorum ki bazen... Necip, belki şiirlerinin fotoğrafını da çekmiştir. Dediğim gibiyse, şiirleri, hiç olmazsa bazısını, fotoğraflarıyla birlikte yayımlasa...
Bu sütunda, şiirlerden yeteri kadar alıntı yapamadığımın farkındayım. Hem yerim dar, hem de insanların şiiri kitaplardan okumasını tercih ediyorum.
Fakat Necip’in kitapları piyasada yok. Baskıya hazır olduklarını biliyorum. İnşallah kısa zamanda yeniden basılır.