Köylülük o kadar da kötü değil
Kestane, pırıl pırıl, gıcır gıcır bir meyvedir. Pazar tezgahındaki görünümü öyledir.
Ağacındayken, o parlak kabuğun dışında dikenli bir mahfaza daha vardır.
O dikenli mahfaza önce yeşildir, sonra yavaş yavaş kararır.
Önümüzdeki günlerde kestaneler ağaçlarından düşecek.
Düşmeden önce o dışındaki dikenli mahfaza çatlamış olacak.
Yere düştüğü zaman, artık aralarındaki irtibat bitmek üzeredir. Rahatça ayırırsınız kestaneyi dışındaki mahfazadan.
Ne denir, kestanenin dışındaki dikenli mahfazaya?
Bizim memlekette ‘kopur’ denir.
‘Kestane kopurundan çıkmış kopurunu beğenmemiş.’
Öyle derler bizde, memleketinden çıkıp da sonra memleketinde gördüğü şeylere dudak büken, burun kıvıran kimselere.
Bu sıralar, ‘şehirli Müslümanlık’ üzerine yazasım var.
Şehirli Müslümanlık konusuna girmeden önce ‘köylülük’ten bahsetmem gerekiyor.
Köylülük de malum, negatif çağrışımları olan bir kavram.
Halbuki, adil olmam lazım.
Köylülere haksızlık etmemem lazım.
Yoksa demezler mi bana da? Kestane kopurundan çıkmış, kopurunu beğenmemiş?
Ben, ‘köy’e ve ‘köylü’ye menfi bir anlam yüklemiyorum.
‘Köy’ü ve ‘köylülük’ü, dejenere olmamış haliyle güzel buluyorum.
Köyde güzeldir köylülük.
Aslında, şehirde de güzel olabilir. Veya sevimli olabilir.
Ama, idealize edilmese iyi olur.
Yani, toplum olarak kendimize ‘köylülük’ gibi bir istikamet belirlememiz uygun düşmez.
Neresi güzel köylülüğün?
Köylünün, köyün kendi doğası içinde, insanlarla, toprakla, hayvanlarla, eşyayla ilişkisi güzel.
Bir köy kadınının, koyunu, kuzuyu, ‘uşağum’ diye şefkatle çağırması güzel.
Bir ihtiyar köylünün oğluna nasihat etmesi güzel.
Bütün bu ilişkilerin, iletişimlerin doğal olması güzel.
Köyün insanlarının birbirlerini terbiye etmesi, eğitmesi güzel.
Ararsanız başka güzel şeyler bulabilirsiniz.
Çirkin şeyler, kabalıklar, cahillikler de bulabilirsiniz.
Bunları alt alta toplasanız bile, çok çirkin bir şey çıkmaz ortaya.
Eh, ideal bir şey de çıkmaz.
Müslümanlık ve köylülük kelimeleri bir araya geldiğinde, ister istemez, Peygamberimizin çağındaki köylülüğü de hatırlamak gerekiyor.
Yani, ‘Bedeviler’i.
Çölün özgür insanlarını.
Medine’ye geldiklerinde kabalıkları fark ediliyor.
Duyarlılıkları, şehirdeki insanlarla aynı değil.
Üstü başı kirli, Mescid’e gelenler oluyor mesela.
Ben, bir kaynakta, Mescid’e işeyen bir bedeviden söz edildiğine bile rastlamıştım.
Bunlar doğru.
Ama, Peygamberimiz’e gelip İslam’ın ne olduğunu soran...
“Kim zerre kadar iyilik işlerse onu görür. Kim zerre kadar kötülük işlerse onu görür” ayetlerini işitince, “Bana bu kadarı yeter” deyip kalkıp giden bedevinin imanına ne diyeceksiniz?
Lisanül Arab’ı en güzel konuşanların bedeviler olmasına ne diyeceksiniz?
Demek ki bedeviyi de kaldırıp atamayız.
Yani, şehirde oturup köylüler hakkında serbest atış yapmak çok da matah bir şey değil.
Biliyor musunuz, bunu en çok köylüler yapıyor.
‘Kestane kopurundan çıkmış, kopurunu beğenmemiş’ sözüne tam uyuyor yaptıkları.
Yerinde bırak köylüleri.
Dürtme. Fazla kurcalama. Bozma.
Fazla kurcalarsan, köylüyle şehirli arasında, ‘fi’l menzileti beynel menzileteyn’ türler üretirsin. (İki menzil arasında bir menzilde. Yani ne köylü ne şehirli.)
Mesela köylülük, bu cümleyi ‘el-menziletü beyne’l menzileteyn’ diye düzeltmektir.
Tabii ki ‘el-menzile.’ Fakat, yukarıdaki cümlede fi olması daha uygun.
Zaten, şu zamandaki meselemiz budur.
Köylülükle şehirlilik arasındaki, ne şehirli ne köylü olan türler.
Yüzünüzü buruşturmayın.
İstisnası vardır belki, ama bu, biziz.
Sağdan, soldan, aşağıdan yukarıdan, tüm cenahlardan kendisinin sağlamda olduğunu düşünüp “evet siz öylesiniz” diyecek olanların tamamı bu sınıfa giriyor.
Yedi göbekten İstanbullu olanlar dahil.
Köylülük, biraz da, kasıntının mimiklere yansıdığı bir suratla, “Evet, siz öylesiniz” demektir.