Kurban kesilirken hüzünlenmek caiz mi?
İstanbul-Samsun uzun mesafe. Babamı ve kız kardeşim Ayşenur’u Samsun’dan alıp Kefken’e getireceğim. Hani şu Follu’nun Kahvesi’nin bulunduğu potlar köyüne. Bayramdan önce bunu halletmemiz lazım. Selman oğlumla nöbetleşe şoförlük yaparak bunu başardık.
İnsanlar iki senedir bulundukları şehirlerden çıkamadı. Bu bayram kısıtsız bayram. Herkes yollarda. Biz Samsun’dan dönerken Karadeniz’e ve Erzurum istikametine gidiş yolu öyle yoğundu ki Merzifon’dan batıya doğru aşağı yukarı on kilometrelik kilitli bir araba kuyruğu vardı. Gerede’den Merzifon’a kadar şehir içi trafiği gibi kalabalık. Bize sorun olmadı, çünkü biz dönüş yolundayız.
Köy de hareketlenmiş. Hasan Dayım’ın iki kızı çocuklarıyla gelmiş. Evde 10 kişiden fazlalar. İsmail Dayım’ın oğulları, kızları gelmiş, bir on kişi de onlar var. Biz de 10’dan aşağı değiliz.
Berat Kardeşim de yeğenim Rana ile orada.
Bunlar bayramı güzel yapıyor. Seviniyoruz birbirimizi görünce.
Follu’nun Kahvesi’ne de birkaç kez uğradım. Tuhaf, hiç kimse politika konuşmuyor. Yorgun görünüyorlar. Boyuna kağıt ve taş oynuyorlar. Bazen biri bir masada tek başına iskambil falı bakıyor. Ben de dürtmedim kahve sakinlerini.
Babam buraların müftü amcası. Yazları gelir, her bayram, her Cuma camide köylüye nasihat eder.
Bu bayram ihtiyaten ihmal ettik. Bana sordu, gideyim mi bayram namazına diye. “Baba” dedim, “Salgın var. Seni seviyorlar. Sana yaklaşmak isteyecekler, sen de onlara yaklaşmak isteyeceksin. Bu sefer gitme istersen.”
Israr etmedi.
Biz caminin avlusunda oğullarım Selman ve İsmail’le saf tuttuk.
Önceki bayramlarda avluda kuyruk olur bayramlaşırdık. Bu defa yapmadık. Yumruklarımızı tokuşturarak veya baş selamıyla bayramlaştık.
Ama etrafımda gördüğümü söyleyeyim. İnsanlar tokalaşıyor, kucaklaşıyor.
Endişeliyim. Salgınla alakamızı kesmişiz, salgın öncesi normallerimize dönmüşüz sanki. Bu bayramın faturasını inşallah daha fazla hastalık olarak ödemeyiz.
İsmail Dayım’ın güzel bir tosunu var. Adını Akbaş koymuşlar. İki yaşından biraz fazla. Son derece bakımlı.
Bu sene kurbanımız o tosuncuk.
Emine Yengem ‘tosuncuğum’ derken kimsenin aklına Çiftlikbank’ın tosuncuğu gelmiyor.
İyi bakmışlar Akbaş’a.
Babama, “Kurban’ın başında bulunur musun” diye sordum. Babam çok yufka yüreklidir. “Bulunmak istemiyorum” dedi, “Bana göstermeyin, beni uzaklaştırın buradan.”
Ahırdan çıkarırken tosunun gözlerini bağladılar.
Ben, hayvanların kesilirken veya kurban edilirken çektiği eziyeti her zaman mesele etmişimdir.
Dayımın kayını İsmail hayvancığın başını okşarken “Cennete gideceksin inşallah” dedi.
Hayvanın teslimiyeti bana dokundu. Yalnız olsam belki ağlardım. Zavallının henüz hiçbir şeyden haberi yok.
Baktım, Emine Yengem de üzgün. “Çok ahlaklı bir tosuncuktu” diyor, “Sesi danacık gibi çıkardı, o da sadece acıktığı zaman.”
Ben böyle durumlarda korkarım. Bu korkunun bir çelişkiyi de içerdiğini bile bile.
Çelişki ne?
İnsanoğlu boyuna et yiyor.
Sofralarımız için her gün on binlerce belki yüz binlerce hayvan boğazlanıyor.
Ama onların boğazlandığını görmüyoruz.
Acıyla, Kurban Bayramı’nda yüzleşiyoruz.
Bu yüzleştiğimiz acı, gerçekten, mahlukata çektirmeyi hak ettiğimiz bir acı mıdır?
Kurban, sadece Cenab-ı Bari’ye tahsis ettiğimiz bir eylem midir?
Eğer öyleyse buna katlanılması anlaşılabilir.
Çünkü her şey O’nun.
Ama şöyle bir endişe dikkate alınmaya değmez mi?
Kurban’a başka, dünyevi bir his karışıyor mudur? Gösteriş gibi, et asabiyeti, gramaj kaygısı gibi?
Karışmıyordur inşallah.
Böyle şeyler düşünmesem, dümdüz bir Kurban Bayramı geçirsem daha mı iyi olurdu?
Bunu kendime soruyorum. Sorup, kendi cevabımı bekliyorum.
Cevap bir çırpıda gelmiyor. Çünkü başka türlü bayram ve kurban telakkilerini yabana atacak bir tabiata sahip değilim.
Bir fetva peşinde de değilim. Kurban kesilirken hüzünlenmek caiz mi sorusunun cevabını aramıyorum.
Sonunda, “Daha iyi olmazdı” diyorum.
Böyle diyerek kendimi teselli etmiyorum. Teselli yok anlattıklarımın içinde.
Sevinmek de dursun yerli yerinde, hüzün de.
Hepinizin Kurban Bayramı Mübarek Olsun.