Neyimiz eksik?
Büyük meseleymiş, ben o kadar bilmiyordum.
Geçen Pazar, ‘Nurettin Topçu’ya dair bir itiraf’ yazdım.
Özetle, Nurettin Topçu’nun ve ‘isyan ahlakı’nın hakkını veremediğimizi anlattım.
Bu, benim itirafımdı. ‘İsyan ahlakı’nın fikir dünyamızda yeterince yankı bulamamasını bir eksiklik olarak gören başka kimseler varsa, onları da dahil edebilirim bu itirafa.
İştirak eden eder, etmeyen etmez.
Başkalarının benim fikrimi doğru bulmamaları normaldir. Böyle bir şeyden hiç rahatsız olmam.
Fikirlerin çeşit çeşit olmasını şu fani dünyanın nimetlerinden sayarım.
Çok sıkılırdım, herkesin fikirleri benimkinin aynı olsaydı.
Tabiatı benimkinin tam zıddı olanlar da var mutlaka.
Bir kişi bile değişik düşünse canı sıkılanlar, onu ikna etmek için kıvrananlar...
Veya ikna etme külfetine bile katlanmadan, ellerinde batıl, sapık, cahil gibi yaftalarla olay yerine koşanlar.
İnsanlar acayiptir, akılları çeşit çeşittir. Dünyada, az veya çok, taraftar bulmayacak bir fikir yoktur.
Nurettin Topçu’ya kapımızı yeteri kadar açık tutamamamızın sebeplerini anlatırken, Üstad Necip Fazıl’ın bazı cümlelerine göndermede bulunmuştum. Cümleleri iktibas etmeksizin.
Zannediyorum, bazı arkadaşlar, Üstat’la Topçu’yu kıyasladığımı düşündüler.
Asla yapmam böyle bir kıyaslamayı.
***
Necip Fazıl bizi, tabir caizse ‘agora’ya çıkaran adamdır.
‘Savaşan adam’dır.
‘Savunan adam’dır.
‘Dava’ kelimesini, ‘hakk’ı, ‘adalet’i bize ilk öğreten fikir adamıdır.
Başkaları da vardır mutlaka.
Fakat biz onda gördük.
Bizim ilk göz ağrımız Necip Fazıl’dır.
Hevesliler olduğunu biliyorum.
Üstad’ın arkasından, ‘ben üstat olmaya ondan daha layıkım’ der gibi, Üstad’ı tenkit kitabı yazanlar falan.
Onun fikir dünyamızdaki tahtına hiç kimse oturamaz.
Necip Fazıl’ı böyle görmek, Topçu’nun kıymetini anlamaya, ‘İsyan Ahlakı’nın fikir dünyamızdaki eksikliğini teslim etmeye mani değildir.
“Bende ‘mahalle asabiyeti’ pek kalmadı. ‘Bizim yanlışımız’a ‘yanlış’ demeyi yüksünmüyorum” şeklinde bir cümle sarf etmiştim Pazar günkü yazımda.
‘Mahalle asabiyeti’ eğer kendi yanlışıma ‘yanlış’ veya başkasının doğrusuna ‘doğru’ dememe mani oluyorsa... Hatta beni başkasının doğrusuna ‘yanlış’ demeye zorluyorsa, tabii ki sıhhat alameti değildir.
Evet, aynı mahalledeyim.
Kötü günde de, iyi günde de buradayım.
Bu hal, ‘haksız olduğu zaman bile kendi kabileni savun’ cümlesiyle özetlenebilecek cahiliye asabiyetini hatırlatır bir asabiyete dönüşürse, ipin ucunu kaçırırız.
***
Bu arada, bazı dostlardan, bazı ‘Ağabey’lerden öğütler de aldım.
Onlara müteşekkirim.
Bana, durumun yazıda resmettiğim kadar vahim olmadığını söylediler.
Bende eksik olan bazı bilgiler verdiler.
Kabul ediyorum. İşaret etmeye çalıştığım eksikliğin, daha az veya daha çok hissedildiği muhitler muhakkak olmuştur.
Benim burada aktarmaya çalıştığım, nihayet kendi gördüklerim, kendi tanıklığımdır.
Topçu’yla ilgili küçük bir hatıra aktarayım. Belki bahsettiğim eksiklik daha iyi görünür.
Topçu, İstanbul İmam-Hatip’te felsefe dersi veriyor. Okulun müdürü Mahir İz.
Nurettin Bey, muhasebede biriken ders ücretlerini almıyor. Mahir Bey, gidip muhasebeden ücretini almasını söylüyor.
“Ben buraya ücret için gelmiyorum, ibadet için geliyorum” diyor Topçu.
“Hocam tahakkuk ettirilmiş, kadının zimmetinde duruyor. Sen imzala biz fakirlere veririz.”
“O parayı zimmetime geçirdikten sonra ister harcamışım, ister fakire vermişim, bir şey değişmez.”
Topçu, İstanbul İmam-Hatip’te dört sene ücretsiz ders veriyor.
Böyle bir hassasiyet, eğer bugün yürürlükte ise, yaşıyorsa, dediklerimin bir kısmından sarf-ı nazar edebilirim.