O çocuğu anlamayan bizi anlayamaz
Arkadaşlarımız var, şehitlerin arasında. Allahu Teala ‘şahit’ edindi onları. Kitabımızda öyle yazıyor.
Erol Olçak, kırk yıllık arkadaşımız. Gülen yüzümüz. Dert ortağımız. Konuşuyoruz aramızda, onsuz ne kadar eksik olduğumuzu...
İnsanın bir azası eksilince, eli, kolu kopunca, uzun müddet intibak edemezmiş. Eli kolu varmış gibi davranırmış.
Bir dostu kaybedince de öyle oluyor. Erol varmış gibi.
Ama yok. Elini uzatıyorsun, elin yok.
Ve eksikliği daha şiddetli hissediyorsun.
Biz, Erol’un eksikliğini, tekrar tekrar ve her defasında daha şiddetli bir hüzünle hissediyoruz.
Mustafa’yı da öyle.
Allah’ın bir garip kuluydu.
Erol gibi, o da, çoğu zaman mütebessim.
Evine gittiğimde, babasını, kardeşlerini gördüm. Mustafa’nın yüzündeki çizgiler, Mustafa’nın mimikleri, Mustafa’nın aksanı...
Oğlu, Alparslan, nasıl metin. Nasıl olgun.
Keşke biz, ihmal etmesek, bu şehitlerimizin, hepsinin kitabını yazabilsek.
237 kitap.
Allahu Teala’nın ittihaz ettiği 237 Şahit.
Alparslan, dün, sosyal medyada bir yazısını paylaşmış.
Okudum.
Şehit Mustafa Cambaz’ın oğlu Alparslan’ın duyarlılığına, terbiyesine gıpta ettim.
Alparslan’ı aradım. Kendisinden müsaade aldım.
O da, yazıyı köşemde iktibas etmeme izin verdi.
Virgülüne dokunmadan aktarıyorum. Yazısında bahsettiği Müslüman’ın arkası dönük fotoğrafıyla birlikte.
Şunu söyleyebilirim.
Alparslan’ın hassasiyetine aşina olmayan, bize aşina olamaz.
Aslında biz, hepimiz, şu 21. Asır’da, şu ıssızlıkta, elindeki Kur’an-ı Kerim’e sarılmış, mazlum, kimsesiz çocuğuz. Fakat, farkında değiliz.
Buyurun. Hal-i perişanımızı okuyun. Çocuğun Hal-i perişanı değil, bizlerin hal-i perişanı:
***
“Dün Ankara’da taşın üstünde oturan genç bir adam gördüm. Kılık kıyafetinden sokaklarda kaldığı anlaşılıyordu. Elinde küçük bir Kur’an vardı, onu okuyor. Sayfaları yıpranmıştı Kur’an’ın. Sanırım kilometrelerce yol yapmıştı o kitap.
“Genç adamı bir müddet izledikten sonra selam verip yanına oturdum. Hemen parmaklarıyla kulaklarını tıkadı ve okumaya öyle devam etti. Durdum. Çıt yok ikimizde de. Belki bir dakika geçti aradan.
“Ona Arapça nereli olduğunu sordum. Cevap yok. Türkçe bilip bilmediğini sordum yine cevap yok. Omzuna dokundum, dokunduğum gibi elimi itti ve okumayı sürdürdü. Çekinerek “sadaka” deyip elimdeki parayı cebine koymaya çalıştım, daha fazla itti ellerimi. Yanlış bir şey yaptığımı düşündürttü o an, diretmedim.
“Kafasını bir kez olsun kaldırmıyor Kur’an’dan. Ben bu defa 2, 3 dakika durdum öylece. Sonra da avuç içimle hafif şekilde iki kere dizine vurdum ve hiçbir şey demeden yanından kalktım. Son dokunuşumun veda mahiyetinde olduğunu hissettiğinden olacak ki bu defa elleriyle savunmaya geçmedi kendini.
“Olanı biteni yüzündeki buruklukla biraz öteden takip eden anamın yanına oturdum. O an ikimiz de aynı şeyi anladık. Bu genç adamın dünyada elindeki Kur’an’dan başka hiçbir şeyi yoktu. Elleriyle hâlâ kulaklarını tıkıyordu. O an alttaki fotoğrafı çekiverdim.
“Büyük ihtimal Suriye’den gelmişti. Yüzünü önündeki Arapça satırlara öyle gömmüştü ki net göremedim ama oranın insanına benziyordu. Çok da temizdi yüzü. Boğazımda bir yumruk vardı. Merhametten yerimde duramıyordum. Annem yanımızdaki sandviçi hatırlattı. Gidip yanına koydum ve hızla döndüm. Duruşunu hiç bozmadı yine.
“O genç adama boşuna rastlamadığımı, yanımdaki nakit parada illaki hakkı olduğunu, bir ihtiyacını karşılamak üzere onun yanına gönderildiğimi düşündüğüm için ani bir kararla tekrar gittim yanına ve bu defa zorla cebine bir şeyler koydum.
“Kafasını kaldırmadan direndi yine ama artık onu yenecek son sözümü söyleyecektim. “Hasbinallahu ve nimel vekil” dedim ona.
“Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.” Haklısın, her şeyi biliyorum dedim. Ama bana iyilik yap ve bunu al dedim. Tek bir cümleyle ne çok şey dediğimin farkındaydım. Gözlerinden yaşlar boşandı bu cümlemden sonra. Sırtını döndü ve sessizce ağlayarak Kur’an okumaya devam etti.
“Ben de aynısını yaptım. Sırtımı döndüm ve gözyaşlarımla birlikte oradan uzaklaştım. Tek kelime konuşmadı benimle, yüzüme bile bakmadı ama o kadar fazla şey işledi ki kalbime. Bana tüm hayat hikayesini anlatsaydı bu kadar hakim olamazdım onun hayatına. Durup ince şeyleri anlamaya vaktimiz olsun ne olur. Görmemiz gereken çok şey var, görelim ne olur.”
Şu imza metinde yok, ben koyuyorum:
Şehit Mustafa Cambaz’ın oğlu
Alparslan Cambaz