Post-truth çağı erkenden yakaladık
Bir şeyin doğru olmasının kendi başına bir anlamı yok artık.
Yanlış olmasının da yok.
Tamam insanlar her dönemde doğruyu ve yanlışı çarpıtmıştır, bizim tarihimiz ve başkalarının tarihi ‘doğru’nun lüzumu halinde zıvanadan çıkarıldığı sayısız misalle doludur.
Fakat günümüzde bu gerçeklik müesseseleşti.
Bir şeyin doğru veya yanlış olmasının kendi başına bir anlamı yoksa, neyin anlamı var?
Şunun anlamı var:
Bir şey yanlış ise ve o şeyin yanlış olduğunu tespit etmek benim işime yarıyorsa o şeye ‘yanlış’ demek doğrudur.
Cümleyi bir de şöyle kuralım:
Bir şey doğru ise ve o şeyin doğru olduğunu tespit etmek muarızlarımın işine yarıyorsa o şeye ‘doğru’ demek yanlıştır.
‘Post-truth çağ’ ‘post-truth siyaset’ diyorlar ya...
Post-truth: Gerçeklik-sonrası.
Oxford, 2016’da yılın kelimesi seçti.
“Hislerin ve inançların insanları gerçeklerden daha çok etkilediği durumlarla ilgili” diye de bir tanım yapmış Oxford Dictionary.
(Buradaki inanç dinle pek ilgili değil. Gündelik olaylarla ilgili oluşmuş/oluşturulmuş kanaatler.)
Ardından cümle içinde kullanmış:
“Bu post-truth siyaset döneminde bir veriyi cımbızlayıp canının istediği sonuca varmak kolaydır.”
Geç kaldı Oxford. Biz, o siyasete daha erken geçtik.
Eğer ‘muasır medeniyet’i yakalamaksa bu tarafından yakaladık.
Baksanıza, Trump bile bizim arkamızdan geldi ve bize yetişemedi.
Hac’da ya da umrede, mikat mahalline gelince ihrama girersin. İhrama girdikten sonra da ihramda olmanın şartlarına riayet edersin.
(Kavga etmezsin, didişmezsin, mahlukata karşı daha müşfik olursun, haşeratı bile öldürmezsin ve saire...)
Açtığım bahsin, ihramla, hacla hiç alakası yok.
Sadece bir halden başka bir hale geçmek bakımından teşbihe müsait.
Şimdi, acaba şöyle bir şey mi oldu?
Bizim siyasetçiler, devlet ricali, kanaat önderleri, entelektüeller, alimler, gazeteciler... İla ahir. Post-truth döneme girdiğimizi erkenden idrak ettiler de ihramın şartlarına riayet eder gibi, post-truth dönemin gereğini mi hayatlarına geçirdiler?
Nedir post-truth dönemin gereği?
Bize faydalı olan yalan, doğrudur.
Bize zararı dokunacak doğru, yalandır.
O halde, siyasette, ekonomide, muasır medeniyetin imkanlarından yararlanabilirsin!
Şöyle de sorabiliriz.
Acaba biz böyle mi terbiye edildik?
Terbiye deyince hafızam eski günlerden kalma ‘Her doğru her yerde söylenmez’ lafını getirip önüme koyuyor.
Bunu bir ilke gibi öğretirler.
Bir taraftan bakınca doğrudur da; riayet edilirse münasebetsizliklere, patavatsızlıklara mani olabilir.
Fakat, bu sözü söyleyenler hemen arkasına bir patavatsızlık sıkıştırırlar.
“Her doğru her yerde söylenmez, helada besmele çekilmeyeceği gibi.”
Hoppalaa! Quelle alaka?
Nerden geldi aklına hela? Dünyada başka misal mi bulamadın?
Galiba bu sözü şöyle anlamamızı istiyorlardı:
İşimize gelmeyen bir doğruyu söyleme.
Bu nasihat, maalesef, zımnen ‘işimize gelen bir yalanı söyle’ anlamını da içeriyordu.
Şimdi herkes, bütün hadiselerde, bütün siyasi şartlarda, neyin gerçekten doğru, neyin yanlış olduğunu düşünmeye ihtiyaç duymadan, kendisini bu ilkelere göre konumlandırıyor.
Ya böyle yapmak bir haksızlığa, bir adaletsizliğe sebep olacaksa?
Önemli değil.
Haklı olmamız gerekmiyor. Haklı çıkmamız gerekiyor.
İşin kötüsü, post-truth çağı yakalamakla kalmadık.
Bu çağın ilkelerini dinle bağdaştırmakta da büyük mesafe kat ettik.
Ekonomideki, siyasetteki, sağlıktaki, ticaretteki, inşaattaki arızalar bir gün düzelir inşallah.
Fakat post-truth çağı yakalamanın, yani gerçekliği öldürmenin zihinlerimizde, ruhlarımızda yaptığı tahribat nasıl düzelecek?
Yoksa memnun muyuz halimizden? Öyle kalsın mı?
Hani bir oyun var. Oyuncular ayakta dururlar. Ortada oyuncu sayısından bir eksik sandalye vardır. Düdük çaldığı zaman herkes bir sandalyeye oturur ve çaresiz, birisi açıkta kalır.
Bizim şimdiki oyunumuzda oyuncu sayısından daha fazla sandalye var.
Ayrıca, herkesin sandalyesi belli.
Düdük çaldığı zaman