Ramazan-ı Şerif hiç gelmez

Tonyalı, Ramazan gününde, omuzunda bir kütük, yayladan köye doğru geliyor. 

Bunu babam anlatırdı. Ama ‘Tonyalı’ diye anlatmazdı. 

Bizim köye yakın Kara Kısrak yaylası var. Ormanlık. 

Kadırga tarafına gitsen kolay kolay ağaç bulamazsın. 

Yayladan köye sırtta taşınabilecek kütük bulunsa bulunsa Kara Kısrak eteklerinde bulunur. Kadırga uzak. Kadırgadan gelirken elinde şemsiye olsa ne yapacağını bilemezsin, bazen sapını ceketinin yakasına takar arkaya salarsın... Yol uzadıkça elin bile sana ağır gelir, koymaya yer bulamazsın, kah yanlara bırakır, kah kemerine tutunur, kah arkana bağlarsın. 

Babam hikayeyi anlatırken muhtemelen gözümde Kara Kısrak ile Kudur Oba arasındaki patika canlanıyor. Bir de yayla yolundaki çeşmeler. 

Kara Kısrak’ta güzel sular vardır. Biri Çeşme’nin suyu, biri Kara su, biri yanlış hatırlamıyorsam Cin’in suyu. 

En güzeli Kara Kısrak çeşmesi. Niyazi Amcamın oğlu Recep çay demlemek için oradan su getiriyordu. 

Üzerine testi resmi hakkedilmiş. Civardaki köylüler, ‘bu küp resmi anla ki içinde küp var’ deyip taşlarını sökmüşler. 

Bir şey çıkmadı tabii. Çeşmeyi yıkmış oldular! 

Kaç sene oldu, özledim oraları. Gitmesine gittim, fakat öyle sis vardı ki... Özlediğim şeylerden bir tek sisi gördüm! 

Babam anlatırken hayalimde o yol canlandığı için babamın anlattığı hikayedeki adamın Tonyalı olduğunu düşünmüş olabilirim. 

Böyle ‘Ramazan’lı mevzularda kimse Tonyalı’dan bahsetmez, parsayı hep Oflular toplar. Oflulardan artarsa biraz da Çaykaralılar. 

Tonyalı’ya, Maçkalı’ya, hele Ağasarlı’ya pek bir şey kalmaz! 

Tonyalı, sırtında kütükle çeşmenin başına geliyor. 

Yorgun... Aç... Susuz. 

Kütüğü sırtından yere atıyor. 

Eğiliyor, iki avucuna suyu doldurup doldurup yüzüne çarpıyor. 

Su da mübarek öyle soğuk, öyle soğuk. 

İçse mi? Kimse yok etrafta. Dağın başında yalnız. 

Bir de yolcu. Belki de seferidir, duymuş öyle bir şey. 

Dolduruyor iki avucunu. 

Bakıyor suya. 

Sonra gökyüzüne bakıyor. Son derece ciddi. 

“Ey Allahum!” 

“Ey Allahum... Ben.. Şimdi, habu suyi, içsem icerum.” 

“Senun haturun için içmeyirum oni.” 

“Yarın ahirette habu eyiluğumi unutma.” 

Babamın hikayesi bu kadar. 

Biz Tonyalı’yı biraz daha takip etsek mi? 

Kütüğü taşımıştır Tonyalı. 

Bugünün orucunun dünkünden biraz daha iyi olduğunu tahmin ediyor. 

Ne harama baktı, ne haram yedi. 

Bazı insanlar var, haram yememek için hiçbir şey yememesi lazım. O tiplerden değil. Etrafı helal. 

Kimseye sövmedi de. Dün de sövmemişti, iyi gidiyor bugünlerde. Kolay değil, Tonyalı olacak da sövmeyecek! 

Kavga da etmedi. 

Suyu da o sıcakta, o yorgunlukta içmedi. Allah gördü. O da durumu anlattı Allah’a. 

İftarda suyunu içecek, lahana çorbasını yiyecek. 

(Çorba yenmez, içilir de... Lahana çorbası biraz değişik, yenebilir.) 

Kaldı mı böyle oruçlar? 

Kalmıştır. 

Allahu Teala ile profesyonel ilişki içine girenler çok kalabalık, çok gürültücü. 

Ezanlar, minareler, hocalar, cemaatler çok artistik, çok plastik, çok hiperaktif, çok multi-fonksiyoner. 

Yemekler çok yoğun, çok yağlı, çok yığın... 

Oruç’la insanın arasını dolduruyoruz, molozla, cürufla. Oruca, orucun nezahatine erişilemiyor. 

Bir tarafı böyle dünyanın. 

Ayağımızın altına duvar örüyoruz. Haram taşlar, şüpheli taşlar... 

Yükseldikçe yükseliyoruz. Nasıl ineceğiz? 

İnebileceğimizden fazla yükselirsek düşeriz. 

Ürkmüyor muyuz, hiçbir şeyden? 

Böyle değildir. İmkanı yok! 

Hepsi böyle değildir. Her şey böyle değildir. 

Temiz, helal sofralar, temiz ağızlar, temiz dualar, temiz kalpler mutlaka vardır. 

Yoksa maazallah, hepten terk eder bizi; Ramazan-ı Şerif hiç gelmez. 

YORUMLAR (18)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
18 Yorum