Romandaki Vahdet-i Vücut
Biz çenge dönmüşüz, mızrabı vuran sensin; inleyiş bizden değil, sen inliyorsun. Biz ney gibiyiz, bizdeki ses sendendir.”
Tasavvufi eserlerde bu cümlelerin pek çok benzeri bulunabilir.
Bu alıntı Mevlana Celaleddin Rumi’den.
‘Vahdet-i Vücud’un bir yorumlanışı bu mısralar.
“Heme O’st”tan ziyade “Heme ez O’st”a yakın.
Heme O’st’u bilirsiniz.
“Her şey O’dur.”
Bizim algılamakta zorluk çekmediğimiz, daha kolay benimsediğimizse, “Heme ez O’st.”
“Her şey O’ndandır.”
Dos Santos’un “Tanrı’nın Formülü”nü okurken bu düşünce sistemiyle ilgili işaretlere rastladım.
Tabii ki referansları bizim sufi metinler değildi.
Yazar, varlığın birliğiyle ilgili sözleri daha çok Budist bir rahibin dilinden aktarıyordu.
“Gördüğümüz ve hissettiğimiz nesnelerin ve olayların çeşitliliği aynı gerçeğin farklı tezahürleridir. Her şey görünmez bağlarla bağlıdır. Her şey, her olay aynı özün farklı yüzleridir. Çokluğun türediği sadece bir gerçek şey vardır.”
“Hindu yaratılış hikayesi mukaddesin ilahi bir eylemle yaratılmasıdır; Tanrı’nın dünya, dünyanın da Tanrı olduğu bir eylemdir bu.”
“Her şey Brahman’dır, biz bile.”
Tanıdık geldi mi?
“Heme O’st”a benziyor mu?
Ya da Yunus Emre’nin “Hem batınam, hem zahirem, hem evvelem hem ahirem/Hem ben O’l’am hem Ol benem, hem ol kerim-ü han benem” deyişine?
Bayezid-i Bistami’nin (ya da Cüneyd-i Bağdadi’nin) “Leyse fi cübbeti siva’llah’ sözüne?
Vahdet-i Vücud veya Vahdet-i Şuhud.
Zannediyorum, tasavvurların hepsi için, “Allah hakkındaki zannın ne ise, o O’na perdedir” ilkesini uygulayabiliriz.
Allahu Teala’nın gücü ve kudreti ve bilmesi ve güzelliği ve yüceliği hakkında nasıl bir tasavvura erişmişseniz, O’nun gerçeği tasavvurunuzun ulaşabileceğinden çok yücedir.
Rahip Tenzing de Upanişadlar’a gönderme yaparak buna benzer bir şey söylüyor:
“Gerçek olan şey açıklanamazdır. Gözler göremez/Ne dil anlatır ne akıl anlar/Bilmeyiz, anlamayız/Birisi böyle bir şeyi nasıl öğretebilir?”
Her iki romanda da, atom altı parçacıkların ve ışığın davranışlarıyla ilgili bilimsel çalışmalar önemli bir yer işgal ediyor.
Romanın kahramanı Prof. Noronha, CIA’nin ajanlarının sıkı takibi altındayken saklandığı laboratuvarda yanındaki kıza ışığın parçacık mı dalga mı olduğunu araştıran karmaşık bir deneyi izah bizzat yaparak anlatıyor ve ispat ediyor.
“Işık, gözlenmediği zaman dalga gibi hareket ediyor. Ama gözlenmeye başlar başlamaz parçacık haline geliyor. Sanki ışık gözlenip gözlenmediğini biliyor.”
Tuhaf, ama gerçek: Varlık, parçacıklar, gözlendikleri zaman farklı davranıyorlar.
“Kainat, sonsuz sayıda değişik nesneden oluşmuşa benziyor ama gerçekte tek bir bütün. Birbirimizden ve bahçedeki otlardan en uzak yıldızlara kadar etrafımızı kuşatan her şeyden ayrı olduğumuz hissiyle yaşıyoruz ama bu bir yanılsama. Her şey bağlı, her şey dolanık, her şey farklı görünüşler altında aynı şey.”
Tanrı’nın Formülü’ndeki ilginç pasajlardan biri kainatın 6 günde yaratılmasıyla ilgili.
Malum, bu bilgi Tevrat’ta ve İncil’de de yer alıyor. Tabii ki Kur’an-ı Kerim’de de.
Bunu herkes bir şekilde yorumluyor.
‘Gün’ kelimesini ‘safha’ olarak tercüme ederek.
Veya “Rabbinin katında bir gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir” ayet-i kerimesine müracaat ederek.
Buradaki açıklama Einstein’ın izafiyet teorisine dayandırılıyor.
“Evren başladığında tüm madde yoğundu. Bu da çekim gücünün çok fazla olması ve sonuç olarak da zamanın çok ağır akması demekti. Madde ayrıldıkça çekim kuvveti zayıfladığı için zaman hızlandı.”
“İncil’da geçen ilk gün sekiz milyar yıl sürmüştü. İkinci gün dört milyar, üçüncü iki milyar, dördüncü bir milyar, beşinci beş yüz milyon ve altıncı iki yüz elli milyon yıl.”
“Toplamı ne yapıyor?”
“On beş milyar.”
Bu hesap, bilim dünyasının hesaplamalarına hemen hemen denk düşüyor.
Dos Santos, Kitab-ı Mukaddes’ten Buda’ya, Tao’ya, Hinduizm’e kadar bir çok düşünce mektebine müracaat ediyor.
Biliyorum, kulağına ulaşmaz.
Ama biraz tefsirlere, biraz bizim tasavvuf külliyatına baksa kendisine bakir bir alan bulur diye düşünüyorum.