Ruhunuzu Anadolu’nun Rumeli’nin hüznüne yaklaştırın

Türkülerden hazzetmeyebilirsiniz.

Anadolu’yla, Rumeli’yle hemhal olmamışsanız niye hazzedesiniz?

Gurbeti, garipliği tatmamışsanız.

Yaralanmamışsanız.

Bozkırda toza toprağa bulanmamışsanız.

Dara düşmemişseniz.

Ayrılık bilmiyorsanız, sevda bilmiyorsanız, ne alışverişiniz olabilir türküyle? Niye sevesiniz türküyü?

Belki dostlar alışverişte görsün diye ritme uyup oturduğunuz yerde ırganırsınız.

İki nimet lazım hissetmek için.

Birisi lezzet alınacak şey. Tabii ki bu bağlamda türkü.

Birisi de lezzeti alabilecek kulak. Kulak sözün gelişi. Ruh demek daha doğru.

Ruhunuzu, Anadolu’nun, Rumeli’nin hüznüne yaklaştırın.

Seferberlik hele bir yaksın içinizi.

Issız köyler. Yoksulluklar, yoksunluklar.

Gözünüzde tütsün baba ocağınız.

Ya da kopsun gitsin oğlunuz, yâriniz gidip de dönülmeyen yerlere.

Bu çaresizliği sürün üstünüze başınıza.

***

O zaman yaklaşırsınız biraz Erzurumlu gelinin “Dön gel ağam dön gel dayanamiram/Uyku gaflet basmış uyanamiram/Ağam öldüğüne inanamiram” diye feryad edişine.

Bu nasıl ıssızlıktır Allahım!

“Koyun gelir kuzusunun adı yok

Sıralanmış küleklerin südü yok

Ağamsız bu yerlerin tadı yok”

Muzaffer Sarısözen hayatında başka hiçbir iş yapmasaydı, sadece bu türküyü derleseydi büyük iş yapmış olurdu.

Bestesi de... Sizi basamak basamak yükseltiyor. Sonunda uçurumdan aşağı atıyor.

(Bu türküyü zaman zaman Yemen Türküsünün arasında söylüyorlar. Yaraya tuz basıyorlar.)

‘Türküdeki şiir’den kastım böyle bir şey. Hani diyordum ya GDO’suz, hormonsuz.

Belki verdiğim örnek en şiddetlisi.

Ama işlemden geçmemiş, sun’i bir sürece sokulmamış. Ne intelekt, ne kalem ne kağıt.

“Dön gel ağam dön gel dayanamiram

Ağam öldüğüne inanamiram”

İçinizi yakan ateşten yükseldiği gibi kulağınıza/ruhunuza gelen hüzün.

Türkü için ‘yakmak’ tabirinin kullanılması bu ateşten olmalı.

Babamdan dinlemiştim. Dinlerken... Seferberlik için köylerinden kalkıp Erzurum’a doğru sevk edilen yüz küsur yıl öncenin yoksul, mahzun, temiz çocuklarının sırtlardan Karadeniz’e bakmaları...

Uzaktan, dağbaşlarından Rus gemilerinin geliş-gidişlerini görmeleri gözlerimin önünde canlandı.

“Urusun gemileri, hem ileri hem geri

Urus gözün kör olsun, ağlattın gelinleri.”

Dokunup geçmiş olalım seferberlik türkülerine.

Ya gurbet?

“Kahpe felek sana nettim neyledim

Attın gurbet ele parelerimi

Akıbeti beni sılamdan ettin

Kestin mümkünümü çarelerimi”

‘Kestin mümkünümü çarelerimi...’ Böyle bir cümle, akılla, fikirle kurulabilir mi?

Daha ne yazsın, ne söylesin Kul Himmet?

***

Fazla mı hüzün oldu?

Olsun hüzün. Yakışır bize.

Türkülerden bahsedeceğim ya, birkaç gündür TRT’nin türkü kanalı arabada açık.

Dinle, dinle, dinle... Hani ‘işte budur’ diyeceğim bir türkü denk gelmedi.

Nihayet dün, gazeteye yaklaştığım sırada Kerkük Divanı çıkageldi.

“Yanağının dört bir tarafı pembe i ala güldü

Öpsem öldürürler öpmesem öllem

Bu nasıl zulum işti.”

Eğer Kerkük şivesine aşina değilseniz ‘güldü’ ve ‘işti’yi sonuna ‘r’ harfi ilave ederek okuyun. ‘Öllem’i de ‘ölürüm’ diye anlayın.

Açıklama için aşinalar beni bağışlasın. Açıklamalar akışı bozabilir.

Can alıcı, türküyü şiir yapan mısra...

“Öpsem öldürürler, öpmesem öllem.”

Az çok haberim vardı bu türküden. Fakat yarım kulakla dinlemişim.

Bir dostum, bu türküyü bilhassa bu mısraı siyasi bir ruh halini, bir çeşit ‘arada kalma’ durumunu açıklamak için bana dinletince türkünün bendeki kıymeti arttı.

Kerkük’e geldiğimiz iyi oldu, haftaya buradan devam ederiz.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum