Sağcı ve mutlu
İlk gençliklerini 1970’li yıllarda idrak edenler aşinadırlar.
“Sağcı mısın, solcu musun?”
Solcular ya da sağcılar kontrol ettikleri mahallelerde yolunuzu keserler.
Sonra bu soruyu sorarlar.
Doğru cevabı bulabilmek için adamların tiplerinden sağcı mı solcu mu olduklarını anlayabilmen gerekiyor. Yoksa temiz bir dayak yersin.
Memleketimizin sağcı ya da solcu evlatları seni bir güzel benzetirler.
Bazı mahalleler solcudur. Duvarlarında “Tek yol devrim” sloganları yazılıdır. Ya da “Mahir Hüseyin Ulaş, kurtuluşa kadar savaş...”
Bazı mahalleler sağcıdır. “Vur bozkurdum vur tilkiye vur kurtulsun Türkiye.”
İyi de, biz solcu değiliz. Sağcı da değiliz.
“Müslümanız” diyesimiz var ama, abi herkes Müslüman.
‘İslamcı’ kelimesindeki ‘cı’ eki de hoşumuza gitmiyor.
Artık bir yolunu bulacaksın.
Ben yolunu bulacağım ama yolu kesenler anlayacak mı?
Bu anlattığım, herkesin iyi kötü bir ideolojisinin olduğu 1970’lerin sorunu.
Tabii bu durumda Müslümanlık da ideolojileşiyor.
Ve ideolojik Müslümanlık toplumun geri kalanından ayrışıyor.
70’ten önce ideolojik bir Müslümanlık var mıydı?
Tam seçemiyorum.
Sanki henüz ideolojileşmemiş, ama ideolojileşmeye meyyal bir Müslümanlık vardı.
Büyük Doğu’lar, Yeni İstiklal, Bugün gibi gazeteler, “Hilal,” “Oku” gibi bazı ‘mecmua’lar hatırlıyorum.
Belki ‘ideoloji’den ziyade ‘mefkure’ diye adlandırılmaya müsait oluşumlar.
Sonradan daha iyi fark ediyorum.
Bu oluşumların bir aşama öncesinde iyi motive edilmiş bir anti-komünizm.
Kim motive etmiş olabilir?
Çok aşikar olmasa da biraz devlet. Biraz da Sovyet tehdidine karşı Amerika.
Komünizmle mücadele dernekleri Anadolu sathına yayılmıştı o yıllarda.
Mütedeyyin kitleleri komünizme karşı bilinçlendirmeyi amaçlayan ‘Kızıl Pençe” isimli bir piyes seyrettiğimi hatırlıyorum.
İşadamlarını komünizme karşı uyaran mukaddesatçı gençler. Sonra, komünizm gelince iş adamlarının iş adamlığı da kalmıyor. Hepsine komünistler el koyuyor.
Antikomünist olduğunuzda, doğal olarak sağcı da olmuş oluyorsunuz.
Ayrıca, ‘sağcı’ olmanın ‘kitap’taki yerini bulmak da çok zor değil.
Ashab-ı Meymene” ve “Ashab-ı Meş’eme” diye iki kavram var.
İster ‘sağcılar’ ve ‘solcular’ diye çevirin ister kitabı sağdan ve soldan verilecekler diye.
Kitapta yeri olduğuna göre sağcı olmamız lazım.
Kitaptaki sağcılıkla siyasetteki sağcılık arasında bir alaka var mı?
Yok. Siyasetteki sağcı Ruz-i Ceza’da Ashab-ı Meş’eme olabilir.
Ama kime anlatacaksın, anlatsan bile kim dinleyecek o kadar dolambaçlı hikayeyi? Yuvarlak hesap, sağcıyız işte.
70 öncesinde, böyle bir sağcılık anlayışı mütedeyyin, yani dindar çevrelerde yerleşmişti.
Mesela, solcu olduğu varsayılan Filistin Kurtuluş Örgütü’nü pek sevmezdi bizimkiler.
Gerçi İsrail’i de sevmezdiler. Konuyu bir Arap-İsrail sorunu olarak algılamaya daha yatkındılar.
70’lerde görülür hale gelen ‘ideolojik’ kuşak pek girmedi bu ‘sağcılık’ işine.
Ama bir önceki kuşak, yani anti-komünist abiler devam etti sağcılıklarına.
Mesela Lübnan iç savaşındaki “Solcu Müslümanlar” ve “Sağcı Hristiyanlar” çatışması 70’lerde çıkmıştı.
Gazetelerde, radyolarda haberler bu tabirlerle veriliyordu.
Müslümanların sağcı, Hristiyanların solcu olduğunu işiten bizim ortalama sağcıların affedersiniz şaftı kaydı.
Peki biz sağcı mıydık?
Biz kim?
Şöyle ifade edelim: İslam anlayışlarında ideolojik dozun yüksek olduğu 70’ler ve 80’ler kuşağı.
Değildik.
İtirazlarımız, duruşlarımız, tavırlarımız aykırıydı. Sistem karşısındaki konumumuz sol olmaya daha uygundu.
Mamafih solcu da değildik.
Fakat son yıllarda, tuhaf bir şekilde, arka plandaki sağcılık suyun üstüne çıktı.
Eski itirazlar, duruşlar, tavırlar eridi gitti.
O kuşak artık sağcı. Sağcı ve mutlu.
Herkes elini vicdanına koysun.
Bu kadar sağcı olmasaydık daha iyi değil miydi?