‘Sana şimdi dokunmasalar da ağlar’ mısın?
Durup durup eskilere gitmeyi, oralarda biraz eğlenip geri gelmeyi, geri geldikten sonra o günleri, o insanları bir süre daha yanımda yöremde yaşatmayı seviyorum galiba.
Bunu yapmak için sık sık şiiri bahane ediyorum.
Bak, sokağa çıkma yasağı saatleri ve ben Necati Polat’ın ‘Kalender’ini çoktan tedarik etmişim. (Aylık Dergi Yayınları. Basılış tarihi 1984.)
Necati. İlk tanıdığım günlerde biraz uçarı bulduğum, gözlerinde zeka ışıyan ve zekanın bazen dudaklarında bir kıvrıma dönüştüğü çocuk.
Ankara’ya gelirdi ara sıra. Ramazan, Ömer, Üzeyir, Ali, Cemal, haşır neşir olurduk.
Bir defasında Sabah da vardı.
Şiir sohbeti dikine dikine gidiyordu. Hatırlıyorum, o da hatırlar mı bilmem, kimse kimseyi hırpalamasın diye durdurmuştum Necati’yi.
Necati İstanbul’dadır. Hukuk okur. Ara sıra Berna (Vahdettin) Yiğitcan’ın Laleli’deki dükkanına takılır.
Şairdir.
Diyeyim mi? Sırılsıklam romantik.
Altını çizmişim kitapta. Tek delilim bu olsa yeter.
“Ne bu kaşlarında yay zalimliği.”
Ve melankolik.
“Söyle, umarı var mı
Kırılmışsam içimden?”
Sık sık derinleşiyor. Dirim ve Ölüm Baladı’nda olduğu gibi. Hatta sorguluyor.
“Kuru, çürük bir dal gibi çatırdıyor hayat
Ayaklarım altındaki dünyaya eğiliyorum, bir dolu usanç”
“Benim de mi böyle ıssız günlerim olacaktı, ben de mi ağlayacaktım yurt ranzalarına kapanıp
Böyle başıboş dolaşacak mıydım ben de, en son
Tülbentinden damlayan yaşlarını duyup annemin”
“Paralarla örtüyorlar üzerini nerde bir güzel çocuk ölse, nerde bir memur öldürülse
Onlardan kalan birşeylere talibiz ama ne, deli olacağım, anne anne”
Sorgulama demişken.
“Kükreriz kalkar ayağa ve olur ki bu işin borsası da çekilir hayatımızdan
Dedim şu dövüş sözü de eskisi kadar inandırıcı olmuyor artık dikkat ettin mi”
Yine de Necati Polat’ın şiirinin en azından bizim dilimizde dolaşmasına sebep olan bunlardan sonrasıdır.
“Yorgunum/Oturup suluboya resimler yapmak geliyor içimden/O uzaktaki sevgilimin de cebimde bir resmi olsun isterdim”
“Ben, kardeşim gibi saçından bir tel isteyemem belki ama/eminim ezik, çiğdemler gibi mektuplar alırım.”
“Bana öyle yol verme, bak ölüyorum”u da hatırlamamız gerekiyor.
“Şimdi ben burada/birtanem/taşıyorsam şu çivili ve ağır yüreği/ben şimdi yenimi sıyırarak durmuşsam başında bu uçurumun/insanlar bağrışarak duydukları utancı belirtiyorlarsa benim şu şair ve acılı halimden/bırakma sen olsun beni hemen/dur kulak ve anla/kaldırarak yüksüklü dudaklarını, birtanem/öyle yol verme/öyle yol verme bana.”
Bu kadarını ben biliyorum. Belki birkaç dost daha...
Ama, “Bana şimdi dokunmasalar da ağlarım”ı şiirle arası olan daha çok kimse bilir.
“Bana şimdi dokunmasalar da ağlarım
Bırakıp çıkarım şu çayı masada, şu kırık bakışı çocuk yüzünde garsonun
İçimdeki o plak da besbelli usanır artık dönmekten
Yürürüm, ayak izlerim yiter toprakta.”
Bu şiir, hiç eksilmeden devam ediyor. Merak eden kitabı bulsun okusun. Bilmiyorum internetin bir yerlerinde var mı.
Başkasını bilmem. Ben,
“Teybimiz vardır,
Beyler
Dışardan gazel okumak yasaktır”ı da severim.
Necati, kitabı, Eşrefolu Rumi’nin şiirin son hududundaki meşhur gazeliyle tamamlıyor.
“Bela yağmur gibi gökten yağarsa
Başını ana tutmaktır adı aşk”
Necati Polat, şimdi ilim adamı. Doğrusu ilimin de hakkını veriyor. Öyle ki şaşarsınız, bu genç, sırılsıklam şairden nasıl memleket çapında bir hukukçu çıktı diye.
Ben şiiri kendi sesimle veya içimdeki bir sesle okumayı becerebiliyorum.
Kalender’in içindeki şiirleri zaman zaman Necati’nin sesiyle okuyorum. Güzel oluyor. Yani, yazıdaki halinden daha güzel.
Necati, şimdi şiir yazmıyorsa da, sesi hiç değişmemiş, biliyor musunuz? Buna seviniyorum.