Seçmen nerde hata yaptı!
Ne yaptı seçmen? Ne dedi? Ne mesaj verdi?
Varoşlarda nasıl davrandı,
merkezlerde nasıl?
Kırsal kesimde ne tarafa yöneldi?
Kime veya neye tepki gösterdi?
Niye öyle yaptı da böyle yapmadı?
Bu soruların cevaplarını konuşur dururuz seçimlerden sonra.
Genellikle ‘seçmen’ kaç bin kişi veya kaç milyon kişi olursa olsun, ‘seçmen’ kavramının içinde tekilleştiririz.
Kim bu seçmen? Nasıl bir insan? Akıllı mı? Salak mı? Zeki mi, ebleh mi? Kadın mı, erkek mi? Güzel mi, çirkin mi?
Zengin mi fakir mi? Üzgün mü, sevinçli mi? Kaba mı hassas mı?
Kırgın mı, vurdumduymaz mı?
Bu duyguların, bu insan hallerinin hepsini tek bir ‘seçmen’ kimliğinin içine koyup genellemeler yapmak anlatım kolaylığı sağlıyor mutlaka.
Hepimiz bu kolaylıktan istifade ediyoruz. Seçmen şöyle, seçmen böyle diye konuşuyoruz.
‘Sandık Müşahidi’ diye bir kitap vardı, e yayınlarından, İtalo Calvino’nun. Zamanında okumamıştım. Oğlum İsmail internetten kitabın YKY’den çıkan ‘Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü’ adlı yeni çevirisini sipariş etmiş, geldi, okudum. Komünist Parti üyesi bir sandık müşahidinin seçim günü yaşadıklarını anlatıyordu kitap.
‘Seçmen’in uzun günü diye bir kitap yazılmamıştır herhalde. Yazılsa güzel olur.
Mesela, AK Partili bir seçmenin uzun günü.
CHP’li bir seçmenin uzun günü.
MHP’li, İyi Partili, HDP’li bir seçmenin uzun günü.
Geçersiz oy kullanan bir seçmenin uzun günü.
Kim bilir kaç kitap çıkar. Her seçmenin bir hikayesi var.
***
Bu arada, geçenlerde bir televizyonda İstanbul’daki 300 bin geçersiz oyun seçmenlerin eğitimiyle ilgili bir soruna delalet ettiğini konuşan TV tartışmacılarına rastladım.
Halbuki, geçersiz oy da bir tercihtir ve en az partilere verilen oylar kadar kıymetlidir, fonksiyoneldir.
Hele attığı oyun üstüne not düşenler.
Partililerin kime kızıp geçersiz oy verdiğine dair not düşülmüş ‘geçersiz’ oylar gördüm. Belki de en geçerli oylar onlardı.
Ben siyasetçi olsam o oyların üstündeki notları toplarım.
Partide yapılacak reformu o notlardan istifade ederek yaparım.
Gidiyor adam, oy kullanacak.
Mesela, ilçede AK Parti’nin adayına veriyor.
Büyükşehirde CHP’nin adayına. Ya da tersi.
Neden böyle yapıyor acaba?
Ben müteahhitler arasında, “AK Partili Belediyenin olduğu yerde ikamet edeceksin. CHP’li belediyenin olduğu yerde iş yapacaksın” diyenlere rastladım.
Seçmenin de buna benzer bir yaklaşımımı mı var?
İncelemeye değer.
Geçen gün merak ettim. Bazı sandık dökümlerini internetten sorguladım, inceledim.
Rastgele birkaç tanesini sıralıyorum.
Ataşehir, 1306 nolu sandık.
İlçe belediyesi: CHP 143, AK Parti 129.
Büyükşehir: İmamoğlu 154, Yıldırım 113.
İmamoğlu CHP’den çok oy almış. Yıldırım AK Parti’den az.
Bağcılar, 1025 nolu sandık.
CHP 63, AK Parti 162.
Büyükşehir: İmamoğlu 82, Yıldırım 163.
İmamoğlu’nun oylarında 19, Yıldırım’ın oylarında 1 ilave var.
İlçede geçersiz oy kullanın 19 kişi büyükşehirde CHP’ye vermiş.
Esenler ilçe, 29’a 200. Büyükşehir 65’e 199.
***
AK Partiye yakın bir WhatsApp grubunda Başakşehir’deki iki sandığın dökümleri paylaşılmış.
1010 nolu sandıkta CHP ilçede 89 oy almış. AK Parti ise 153.
Büyükşehir’de CHP’nin oyu 110’a çıkmış. AK Parti’nin oyu 153’e düşmüş.
1006 nolu sandıkta da benzer bir durum. İlçede CHP 62, AK Parti 177.
Büyükşehirde CHP 83, AK Parti 182.
AK Parti’nin oyu büyükşehirde 5 artmış. CHP’nin artışı ise 21.
Bu örnek listelerdeki dağılım, İstanbul’un hemen her tarafında aşağı yukarı geçerli.
Taşıma seçmen işini herkes yapıyor.
Burada seçmen, sandığın içinde kendi kendisini taşımış.
Seçmen acemiliği mi bu? Seçmen bilinci mi?
Muhatapları olan siyasiler, düşünür mü acaba? Seçmen, evinden çıkıp sandığa giderken içinden ne geçirmiş olabilir? Nasıl bir şeydir ‘seçmenin uzun günü?’
Hangi muhasebelerden, hangi duygulardan geçtikten sonra böyle bir karar vermiş olabilir?
Ben olsam düşünürüm. Hani empati diyorlar ya, ondan yaparım.
Sonra, ‘nerede hata yaptım’ derim ve hatamı düzeltmeye çalışırım.
Fakat, yaygın siyasi tavır şu:
Ben hata yapmam.
Hemen araştıralım: Seçmen nerde hata yaptı?