‘Son iyi şeyler’deki acı...
Ne zaman tanıştığımızı günü gününe hatırlamıyorum. O’nun Ankara’ya gelişlerinden birinde mi, yoksa benim İstanbul’a gidişlerimde mi?
70’lerin sonu olabilir, 80’lerin başı olabilir. Ramazan Dikmen’in Mehmet Ercümen’le birlikte ikamet ettiği Karşıyaka’daki evde olabilir, bizim 8. Cadde 9/25’teki evimizde olabilir, Yaşar Kaplan’ın Aylık Dergi’sinde olabilir, Zafer’deki Akabe Kitabevi’nde, Hasan Abi’nin mekanında, Aycan Grafik’te, Necati Polat’la birlikte editörlük yaptıkları Bir Yayıncılık’ta olabilir...
Ne kadar çok müşterek mekanımız varmış!
Samsun’da tanışmış olabilir miyiz? Kitap fuarında? İstanbul’dan birkaç yayıncı arkadaş gelmişti. Ahmet de kaldı oralarda birkaç gün.
Hayır. Ben Samsun’a, annemin babamın yanına gitmiştim ve kitap fuarında Ahmet’i görmek benim için sürpriz olmuştu.
Samsun’da, Atakum’un oralarda bir yerde birkaç defa top oynadık...
Bir ara, ilk kuruluşunda Zaman gazetesinin şeklini şemalini düzeltmek için Ankara’ya geldi. Ama o sayfalardan, ben de dış haberlerden başımızı kaldıramadığımız için o sıralar fazla görüşemedik.
Ben İstanbul’a geldikten sonra daha sık görüşmeye başladık.
İmza Dergisi’ne günaşırı uğrardım. Ahmet orada olduğu için.
Milli Gazete’de yazdığı sıralar Milli Gazete’ye, Vakit’te yazdığı sıralar Vakit’e.
Kamil Doruk’la, Hüseyin Atlansoy’la Fatih’te, Cağaloğlu’nda yürümelerimiz, Sofular Kahvesi’miydi orası, oturup çay içmelerimiz, maç seyretmelerimiz çoktur.
Tarlabaşı’nın ara sokaklarını da (oralarda yaşadı bir müddet, İstanbul’a ilk geldiği yıllarda) Fatih’in ara sokaklarını da iyi bilirdi.
Kahve muhabbetlerimiz, zengin ve derindir. Ahmet kahveleri sever. Saatlerce okur, yazar, insanlarla konuşur oralarda.
‘Ofis ehli’mizi de unutmayalım. Kendimize mahsus güzide bir topluluk.
Ekmeğini dişiyle, tırnağıyla ve kalemiyle kazanan bir adamdı Ahmet Kekeç.
Kitaplarını basan yayıncılardan bazılarında hala alacağı vardır. Pek helal da etmediği, peşine de düşmediği alacaklar.
Pikaj, montaj işlerini de iyi becerirdi. Yani mesleğin kretuarla, bant tankıyla, icra edilen tarafına da vakıftı. Gerçi şimdi kretuarlık bir iş kalmadı.
Sonra Yeni Şafak’ta, aynı çatı altında beraber çalışmaya başladık.
Bir müddet müstear isimle yazdı Yeni Şafak’ta.
İçimizde mahkemeye yolu en çok düşen odur.
Lisanı biraz serttir Ahmet Kekeç’in. Bilhassa köşe yazılarında.
28 Şubat’ın kasvetli yıllarında mahkemeler onun peşindeydi. Cunta ihbar ediyordu, mahkemeler dava açıyordu. Müstear isim kullanmasının en önemli sebebi budur.
Sonra Star’da, Kanal 24’te, Ülke TV’de yıllarca beraber programlar yaptık.
Bir ara, Hüseyin Bektaş’ın oğlu Miraç, 24’te staj yaparken eski resimler getirmişti. İçinde Ahmet’in, Cemal Şakar’ın, Hüseyin Bektaş’ın, Üzeyir Sali’nin, Necip Tosun’un olduğu gençlik resimleri.
Ahmet’in Star’daki odasında resimlere bakıp eski günleri yad ettiğimizi hatırlarım.
Mütebessim bir çehreydi Ahmet, aramızda. Ortalama bir zekanın her durumda yakalayamayacağı kadar nüktedan.
Bu özelliği yazılarına da yansırdı.
Yazarlığının başlangıcı mizah ve edebiyattır. Çok az kimse bilir ilk gençliğinde Gırgır’a mizah öyküleri yazdığını.
Sağlam bir metin yazarı. İlk Aylık Dergi’de başladı diye biliyorum.
‘Son İyi Şeyler’ Aylık Dergi’deki öykülerin verimi.
“Gerçekleşmesine doğru bir şeyin, acıyla, o şeyin rahat vermeyen varlığıyla kıvranıyor insan.”
Ahmet Kekeç’in ‘Son İyi Şeyler’i anlatırken kullandığı bir cümle bu.
Kekeç’ten aldığımız üzücü haberlerin bize yaptığını da anlatıyor diye alıntıladım.
Son yıllarda biraz ayrı düştük. Ama görüşmemize, konuşmamıza mani değildi bu.
Acısıyla, tatlısıyla 40 yılın hatırı dağlar kadardır.
Kötü bir hastalık musallat olmuştu ona. Tedavisi iyi gidiyordu. Ciğerleri temizlenmiş.
Son aradığımda -bir ay kadar olmuştur- sesi iyi gelmedi. Sözü uzatamadım.
Son görüşmemizmiş.
Korona belası gitti onu da yakaladı.
Kötü haberi aldığımdan beri 40 yıllık hatıralar hüzün yağmuru olarak başımdan aşağı dökülüyor.
Oğlu Hakan Kekeç, “Yağmurdan sonra görüşürüz” demiş.
Belki de bu yağmurdur söylediği.
İnşallah görüşürüz.
Allah ahiretini güzel yapsın.