Türküleri kaldı yadigar
Kemençe sever misiniz?
Klasik Türk Musikisinde kullanılan Osmanlı kemençesini sormuyorum. O kemençeyi sevmek kolay. Ne de olsa kendince bir sosyetesi var.
Şu bildiğimiz, Karadeniz kemençesini soruyorum.
Ben severim.
Belki çocukluğumdan alıştığım için.
Belki, Karadeniz’in inişli çıkışlı tabiatıyla, denizinin dalgalarıyla, dağlardan aşağı deli gibi akan derelerinin hırçınlığıyla, insanının, coğrafyasının iniş çıkışlarına denk düşecek şekilde, inişli çıkışlı mizacıyla çok bağdaştırdığım için.
Hele alaşağı ederken tepeden ayağa titremeleri...
Doğrudur, burası hamsinin titremesine benzer.
Küpücuğun Muhammed, sıcak bir yaz gününde birlikte yaptığımız ilk yayla yolculuğunda, Karakısrak yokuşunu tırmanırken, dağın yarı belinde serin bir rüzgar bizi ferahlatınca...
Demişti ki, “Ayran yemiş gibi oldum.”
Tuhaf, bizim oralarda su içilir, ayran yenir.
Ben de öyle bir serinlik hissederim, kemençe sesini işittiğim zaman.
Kemençenin sesini duyunca, küçümseyerek, bıyık altından gülümseyerek, “gıy gıy gıy da gıy gıy gıy” diyenlere de cehaletlerini çok görmem.
Men lem yezuk, bilmez yazuk. (Arapça-Türkçe karışımı bir deyim. Tatmayan bilmez anlamına.)
Tamam, senin aşina olduğun müzik değil.
Senin olmayan bir müziği dinlerken hislenmen, coşman gerekmiyor.
Ama müzikten biraz nasibin varsa, anlayabilirsin.
Başkasının müziğini anlamıyorsan, kendi müziğini de pek anlamazsın ya...
Bizim derede, Ağasar’da derler ki... “Kemençe Görelede çalınır, horon Ağasar’da tepilir.”
Görele’nin şöhreti, herhalde eski kuşak meşhur kemençeci Picoğlu Osman ve talebeleri sebebiyledir.
Talebelerinden biriyle, Sırrı Öztürk’le yanlış hatırlamıyorsam Hüseyin Besli’nin oğlu Faruk’un düğününde karşılaşmıştık.
Şimdi şartlar değişti. Sürmeneli usta kemençeci Yusuf Cemal Keskin’e sordum bir defasında, nasıl, iyi kemençeciler yetişiyor mu diye.
“Yetişiyor” dedi, “Gençler bizden iyi çalıyor.”
Dışarıdan bakana bütün kemençelerin sesi aynı gibi gelir ama, abartmıyorum, neredeyse her derenin kemençesi, türküsü değişiktir.
Bu farkı en iyi Hasan Dayım ifade etti. Bir müzikolog bile bu kadar iyi ifade edemezdi.
Teypte Görele gaydaları çalıyordu.
“Ağasar gaydası yok mu” dedi, “Ben başka yerin gaydasını dinlerken yoruluyorum.”
Bizim derede iyi çalan kemençeciler var. Eskilerden Ali Cinkaya’yı hatırlarım. En meşhur türküsü de “Haburadan görünür, Bekiruğun kıranı/Atı(p) da vuracağım yar ile oturanı.”
Şimdiki ustaların ağabeyi, “Allah’tan korkmasam ben bu kemençeyi Elemtere Keyfe’den Sübhaneke’ye kadar okuturum” sözüyle hatırladığım ‘Kurut’ lakaplı Süleyman Yaşar’dır.
Tabii Maçka’da, Akçaabat’ta, Sürmene’de iyi ustalar geldi geçti. Maçkalı Hasan, Erkan Ocaklı, Koryenalı Hüseyin Köse, hemen aklıma gelenlerden.
(Şu Korona günlerinde, ‘Koryenalı’ Hüseyin’i daha çok hatırlıyorum.)
Görele’ye dönmemiz gerekiyor.
Katip Şadi ölmüş.
Kemençeciler arasında en uzun süre hüküm süren belki de odur.
1932 doğumlu. Ustası Kemal İpşir. Kemençeyi eline 9-10 yaşlarında aldığını söylüyor. Ölünceye kadar da çaldı. Bu, neredeyse 80 yıl eder.
600 eseri olduğu söyleniyor.
Tamam, dünyanın sekizinci harikası değil ama, büyük iş.
Sayısız türküsü var şimdi kulağımda.
“İkimiz de sevdalı, yavrum bizi kim duyar/Yalvaralım Allah’a belki işimiz uyar.”
Ya da, “Gece çıktım dışarı, fırın karıştırıdın/Haçan almazdın beni, niçün alıştırıdın.”
Şu da galiba Katip Şadi’den. En azından kulağımdaki ses onun:
“Sis dağının üstünde, hem mum yanar hem fener/Bizi kavuşturanın mezarına nur ener.”
Hadi bir tane daha:
“Dağı duman bürüdü, üstümüze yürüdü/Olsa baban Müslüman, seni bağa verüdü.”
Ben bilmiyordum. “Uy Asiye Asiye, tütün guydum kesiye” türküsü var ya. Onun bestesi de Katip Şadi’ye aitmiş. (Güfte Ömer Akpınar.)
Kendi yöresinin kültürünü, dilini, şivesini onun kadar doğru ve zengin anlatan başka biri kültür adamı da her halde yoktur.
Giresun Üniversitesi 2015’te ona fahri doktora unvanı vermiş.
İsabet olmuş.
Profesörlük unvanı da uyardı.
Şimdi, kendi gitti, türküleri kaldı yadigar.