Uzaklaştınız, artık anlamıyorsunuz
Birkaç kilo fazlam var. Standartlara veya ‘vücut kitle endeksi’ne göre değil, kendimi iyi hissedip etmeyişime göre.
Bazen ipin ucunu kaçırıyorum. Eyvah! Kucağımda çok teşkilatlı olmasa da bir göbek var!
Aynada kendimi göbeğimle yakaladığım zaman utanıyorum. Çirkin bir şey. Üstelik insanın bir taşkınlığı. Ne yaptın da oldu bu? Oburluk yaptım. Afferin sana! Yazıklar olsun!
Bir müddet yememi içmemi azaltıyorum. Öğün atlıyorum. Yerine geliyor.
Ne zaman okuduysam, hep hatırlıyorum.
“Ahir zamanda ümmetimin karınlarının şiş gözlerinin uykulu olmasından korkarım.”
Sokakta insanlar. Karınlarında birer çıkıntı. O da yiyor, o da yiyor, o da yiyor…
Ne yiyorlar?
Buldukları her şeyi. O kadar çok ki her şey.
Vaktiyle, Kudurobalılar çarşıya Şalpazarına gelirlermiş.
Kuduroba Tonya’ya bağlı. Ama bizim çarşı onlara daha yakın. Çarşıya giderken yolları bizim köyden geçiyor.
Salih Abi’den (Kılıç) duymuştum. İki Kudurobalı, biri ötekine soruyor.
“Aca Çumhurbaşkani ne yeyi?”
Arkadaşı cevap veriyor.
“Ne yiyecek, koz helvasilan lavaş.”
O kadar biliyorlar adamlar.
Günümüzde aynı diyaloğun nasıl bir liste içerebileceğini düşünebiliyor musunuz?
Sadece Cumhurbaşkanı için değil, herkes için.
Peygamberimiz Ahzab günlerinde karnına taş bağlarmış.
Bugün bir şey bağlamamıza gerek olmuyor, göbek bağlıyoruz.
Herkes mi?
Herkes değil.
Yoksullarımız var. Bir günü bir güne ekleyemeyenler.
Onları anlayabilir miyiz?
Aynı dili konuşsak da anlayamayız.
Çünkü hiç muhatap olmuyoruz onlarla, karşılaşmıyoruz bile.
Var mı? Yoksulluk sebebiyle bugün evine ekmek götüremeyecek olan bir dostumuz?”
Yok… Sınıf sınıf ayrıldık.
O yüzden, yoksulların halinden bahsedildiğinde “Abartmayın” diyoruz.
İşsizliği de anlamıyoruz.
“İş beğenmiyorlar” diyoruz.
Pahalılığı da anlamıyoruz.
Hepsi mübalağa!
“Empati”yi çağdaş bir aksesuar olarak sürekli çantamızda bulunduruyoruz, sorulunca gösterebilmek için.
“Ben hemen empati yaparım, empati yapmasak ne olurdu halimiz! Sabahları zencefil, akşamları zerdeçal, öğün arasında altın çilek. Yanında karabiber, zerdeçalı iyi çalıştırıyor.”
Empatiyi çantamızda bulunduruyoruz, ama kullanmıyoruz. Yoksullara bakarken de. Muhacirlere bakarken de. İşsizlere bakarken de.
Çıktık gittik, bir zamanlar içinde yaşadığımız insanların içinden.
Onlar da bizi anlamıyor.
“Porsiyonlarınızı küçültün.”
Tipik bir zengin tavsiyesi.
Zenginin zengine tavsiyesi olarak, göbeği her yere kendisinden önce girenler için çok güzel.
“Peygamber Efendimiz midenin üçte birini boş bırakın diyor.”
Bundan benim de haberim var.
Bu öğüdü dinlersen ömür boyu faydasını görürsün.
Fakat kim için söylüyorsun bunu?
Ailesinin masraflardan kısıp gönderdiği harçlıkla dolmuş parasının, çayın, simidin hesabını yapa yapa ayın sonuna ulaşmaya çalışan bu yüzden çoğu kez öğle öğününü simitle geçiştiren bir öğrenci için söylüyorsan ya dalga geçiyorsun ya da…
Eksik porsiyonu Peygamberimiz’in sözüyle tamamlamaya çalışıyorsun.
Büyük cüret.
Dünya şartları fiyatların yükselmesine sebep olabilir. Böyle bir durumda, elektrik parasını, doğalgaz faturasını, su faturasını ödeyemeyen insanlarla mı empati yaparsın, zammı yapan güç sahipleriyle mi?
Kimi kendine yakın buluyorsan onunla empati yaparsın.
Kimden uzaksan onu anlamazsın.