Zarifoğlu'nun 'muallaka'sı

Zarifoğlu söyler ve şiir olur. Kimi zaman aklın ayağını dolaştıracak kadar girift, kimi zaman çıplak.

‘Zarifoğlu’nun muallaka’sı demiştim geçenlerde, Afgan cihadı sürerken Zarifoğlu’nun lisanından kopup gelen şiirler için.

Umutların güzelliğiyle gerçeğin acılığı arasındaki yıkıcı çelişkiyi belki zamanında iyi göremedik ama bugün nasıl bütün açıklığıyla sokuluyor gözümüze.

Bugün daha çok o şiirleri hatırlatmaya çalışacağım.

Dertli adamdı Cahit Zarifoğlu.

Dertli ve sorumlu.

Kalbim aç/etim yanık/dünya dizçöktüğüm yer kadardır dizimin yanında bir diz/dizimin yanında bir diz sağdan bir iki üç/dört beş altı yedi/dilini tut aklını kravatın gibi çöz at/şimdi bir damla gözyaşı bir iri yakut”

Gördünüz, nasıl şiir oluyor Zarifoğlu söyleyince.

Demek bitmedi Kerbela/Hama Kerbelası dehrin”

Evet, bitmedi Kerbela, bitmedi Şam, Halep, Hama.

Ve Beyrut ve Kudüs.

Bari nesilden nesile taşınsın yoksa nice olur halimiz, bir hüzün olarak bile kalmayacaksa Kudüs, el-Halil, Halep, Bağdat...

Beyrutun gözyaşları şimdi/Kudüs’ün yanıbaşında/Müslümanlarsa uzakta/Sanki başka/Gelinmez dünyada”

Afganistan da bitmedi.

Ya da bittiyse hiç hayal etmediğimiz, hiç şiirini yazmadığımız, türküsünü söylemediğimiz şekilde bitti.

Cahit Abi’nin yazdığı herhalde Taliban değildi.

İşgal vardı o günlerde. Rusya çökmüştü tanklarıyla, uçaklarıyla Afganistan’ın üstüne.

Bütün üzüntülü zamanların mısralarıydı şu mısralar:

Şimdi üzgünüz arkadaş

Önümüze çıkmayın üzgünüz...”

Bu mısralar ve devamı, Zarifoğlu’nun Afganistan Çağıltısı şiirinden. (Şiirler, Cahit Zarifoğlu, Beyan Yayınları)

Isın gökyüzü ısın/çocuklar kavrulmuş kadınlar yeniden hamarat yeniden gebe”

Gündüz tanklar geliyor/kızıl/teleskoplarda kısık hayvan gözler/ellerinde mermiler/hedef toprak dam basit evler”

Anlatılmış Günler’de, Peştun veya Türkmen, Afganlı adamlar:

Boyları bosları/Yaşları Başları/bakışları/renk renk/geniş/adımları iri/hele saldırdılar mı/bakılsın gerek/topuklarıyla devirdikleri tank kütleleri”

Ve bastıkları dağ şurdaysa/Ötekinde kıskançlık nöbeti”

Ve, “Anlaşılması güç bir insanlık.”

Bu elini sımsıkı tutan babadır/Hayata tümsekleri sarsmadan geçmesini tenbihler”

Baba dalgın ama geçişleri anlıyor/Ve denebilir ki/Orada çarpıntıların arasında/Açıp ellerini ışıklı sabahlara/Yemek saati doğum saati ne de/Başının üzerinde uçaklar asılı/Bir Afgan köyü saati”

Mesarışerif, malum, orada Hz. Ali’nin kabrinin bulunduğu rivayet edilir.

Var mı kabri? Bilinmiyor.

Kabri yoksa da adı var. Seviyor Afganlılar.

Ve, “Sevinç Çağına Doğru”da Mezarışerif.

Muhacirler. Herhalde Ankara’da. Şiirde Rasim Özdenören de var:

Hicret insanlarıyla bir odada oturduk/Kardeşim Rasim ağlamayalım dedi/Çünkü onlar daha kavi/İşte heyecan dolu bir farsça/Anlamı uçaklar bombalar farkedilmez ağaçlar kuşlar/Mücahit kaya toprak sarınmış/Şimdi Rus başını zırhlısından çıkaracak/Yürekli bir farsça tam alnından vuracak”

Bir Özbek bileğimizden kavrıyor/Mezarışerif kendine kafir yanaştırmaz/Bize görünmez ama orda/Rus bakar her şeyi asker görür”

Yaralı bir mücahidin başındaki nöbet:

Bir omzun delinmiş/heryana dağlar düşüyor/gözkapakların gittikçe ağır/damarlarında sanki bir fil kalabalığı/yaran sıcak ve buğulu ateşleriyle/alıyor gövdeni içine/başında bir mücahit dost nöbette/sanki dünya sanki kainat tehlikede”

40 yılı geçti Cahit Zarifoğlu bu şiirleri yazalı. Bu dünyadan göçeli de tam 34 yıl.

Evvela rahmet isteyelim.

Sonra da düşünelim, neredeydik, nereye geldik.

Düşünmekte fayda var. Çünkü düşünmeden gelince bir gün kendini başladığın yerde yerinde sayarken buluyorsun.

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum