Küresel ısınmanın sorumlusu Türkler mi?
NASA ve Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) tarafından yapılan bağımsız analizlere göre, 2019 yılı 1880’den bu yana en sıcak ikinci yıl oldu. İlki ise 2016 yılı idi. Bu da bize gösteriyor ki gezegenimiz git gide ısınıyor, yangınların ve doğal afetlerin sayısı zamanla artıyor ve ölüm oranları yükseliyor. Küresel ısınmanın en büyük nedeni sera etkisi, karbondioksit ve metan gazı üretimi olduğu biliniyor. Hatta bir bilimsel araştırmaya göre kurufasulyenin küresel ısınmaya çare olabileceği söyleniyor. Araştırma eğer insanlar et yerine kurufasulye yeseler aynı miktarda besin aldıkları halde büyük oranda metan gazı üretiminin engelleneceğini, çünkü büyük baş hayvan yetiştirmeye gerek kalmayacağını söylüyor. Lakin üniversitemdeki laboratuvar arkadaşlarıma göre küresel ısınmanın en büyük sebebi ben ve benim şahsımda Türkler...
Kaliforniya Eyalet Üniversitesi, Fizik ve Astronomi Bölümü’ne başladığım ilk günlerde bilgisayar bilgimi ölçen bir anket doldurmam istenmişti. O ankette 10 yıllık web programcılığı tecrübemin yanında yapay zekâ, makine öğrenmesi ve veri bilimi konusunda da bilgi sahibi olduğumu hatta başka bir üniversitenin sertifika programında yapay zekâ dersleri verdiğimi yazdım. Bunun üzerine bir biyofizik profesörü beni yanına çağırdı ve beraber çalışmak istediğini söyledi. Çünkü bilimsel veriler üzerinde yapay zekâ ve makine öğrenmesi kullanarak daha önce hesaplanması aylar sürebilecek çalışmaları birkaç milisaniyeye indirmek mümkün görünüyordu. Eğer güzel sonuçlar elde edebilirsek beraber bir akademik makale yazacaktık ve böylece bilimsel kariyerim açısından önemli bir adımı daha atlatmış olacaktım.
İlk başta bu teklife sıcak bakmadım. Çünkü ben astrofizikçiyim ve astronomi, uzay, gezegenler, yıldızlar, galaksiler ve ötegezegenler üzerine çalışmak istiyordum. Üstelik biyoloji çok ezber gerektirdiği için hiç de istediğim bir alan değildi. Aradan bir kaç ay geçti ve aynı profesör tekrar davet edip fikrimin değişip değişmediğini sordu. İlk başta soğuk durmama rağmen bilimsel verileri yapay zekâ algoritmaları ile analiz etmek kısmı cazip geldi. Üstelik biyofizik kısmını profesör, bilgisayar kısmını ben halledecektim. Böylelikle biyofizik kariyerim başlamış oldu.
Yeniden biyoloji öğrenmeye başladım. Hücreler, amino asitler, DNA ve RNAlar üzerine bir kitap okuyup bitirdim. Onları istatistik ve termodinamik kitapları takip etti. Sonra yavaş yavaş bilimsel verileri analiz etmeye başladım. Bu sırada biyofizik profesörü ile beraber çalıştığımız laboratuvarda çay kaynatıp içmeye başladım.
Biz Türkler çayı çok seviyoruz. Her muhabbetimiz çay eşliğinde oluyor. Üç yıl aradan sonra, bir ar-ge ve teknoloji şirketinin daveti üzerine yapay zekâ dersleri vermek üzere Türkiye’ye davet edilmiştim. Geçtiğimiz 2 hafta Türkiye’de yoğun bir yapay zekâ programının ardında bazı okullarda “uzayın sırları ve yapay zekâ” konulu konferanslar verdim. Her nereye gitti isem hep çay ikram edildi. Hatta bir bardak bitmeden diğeri geliyordu. Çayı seven birisi olarak bu ikramlardan ziyadesiyle memnun kaldım.
İşte bu laboratuvarda bir yandan çalışırken bir yandan da çay kaynatıp içerken olanlar oldu ve adım müsrif bilim insanına çıktı. Çünkü alışkanlık olacak ki çaydanlığı ağzına kadar doldurup kaynatıyor ve üzerinden bir kaç bardak içip kalanını öylece bırakıyordum. Laboratuvarda beraber çalıştığımız arkadaşlardan birisinin dikkatini çekmiş ve benim içmeyeceğim çayı kaynatıp üzerinden birazını içip kalanını içmediğim halde boşu boşuna kaynattığımı ve böylelikle büyük israf yaptığımı iddia ediyordu. Sonra mesele büyüdü. Başkaları içecekleri kadar kaynatıyor, en son bardağı içtiklerinde çaydanlıktada bir damla bile su kalmıyordu. Kendimi savunmak için biz Türklerin çayı çok sevdiğini hatta çay üzerine şarkılar, türküler, şiirler ve ilahiler olduğunu, sonra bütün Türkiye’de adetin böyle olduğunu, çayın kaynadığını ve üzerinden birkaç bardak içilip ve kalanını kimsenin dert etmediğini söyledim. O sırada arkadaşlar Türkiye üzerine bir araştırma yaptılar ve işyerlerinde özel çaycı çalıştırıldığını öğrendiler. Misafirlikte ne kadar çay tüketildiğine kadar istatistik çıkardılar. Sonunda işi bilimsel boyuta taşıdılar. Çaydanlıkta içilmeden arta kalan ve gereksiz yere kaynatılıp soğutulmaya bırakılan su miktarını ve onun için gerekli enerjiyi hesap ettiler. Bu hesapları günlük, aylık ve yıllık olarak yeniden hesapladılar. Bayramları, seyranları, kahvehaneleri, işhanlarını da öğrendikçe veri ve istatistik büyüdü. Hatta bazı Türklerin NASA’da çaycı olmak istediklerine dair attıkları twitleri buldular.
Sonuç olarak yıllık yaklaşık 4 milyar dolarlık fazla doğalgaz/tüp harcandığını, bu suyu ısıtmak için çok enerjiye ihtiyaç olduğunu ve kaynatılıp hiç kullanılmadan çaydanlıkların altında kalan suyun küresel ısınmaya bilmem ne kadar katkı sağladığını ve hatta küresel ısınmanın en büyük sebebinin Türkler olduğunu şakayla karışık söyleyecek kadar ileri gittiler. İtirazlarımı bilimsel verilerle çürüttüler. Hatta büyük işyerlerinde kazan kazan çay kaynatıldığını söylemeye dilim varmadı. Amerikalılar hiç mi boş yere su kaynatmazlar diye soracak oldum. Dediler ki Amerikalı kadınlar kocalarının içtiği çay veya kahvenin istatistiğini tutar, bir hafta boyunca her gün kaç bardak çay veya kahve içtiğini sayar, ortalamasını alır ve ondan sonra o kadar kaynatır, böylelikle çaydanlıktaki en son damla bittiğinde çay veya kahve ihtiyacı da bitmiş olur. Son kısım pek inandırıcı gelmese de diyecek söz bulamadım.
Bu hesaplar biraz abartılı olsa da ve arkadaşlarımın beni kızdırmak için rakamları şişirmiş olma ihtimalleri yüksek de olsa, son Türkiye ziyaretimde gördüm ki çay bizim kültürümüzün büyük bir parçası ve inanılmaz derecede su kaynatılıp içilmeden geriye soğumaya bırakılıyor. Her gün aile başına 1 liralık doğalgaz gereksiz yere kullanılsa senede 365 lira ediyor ve bir ülke mevzubahis olduğunda gerçekten israfın ve masrafın boyutu çok büyük miktarlara ulaşıyor. Bu kadar suyu ısıtmak için çok fazla enerji harcandığı için küresel ısınmaya da ciddi katkı sağlamış oluyoruz. Hem suyu ısıtırken havayı ısıtıyoruz, hem de su soğurken ısıyı havaya aktarıyor. Alışkanlıklarımızı gözden geçirmek ve farkında olmadığımız masraf ve israflarımızı engellediğimizde ciddi kazanımlar elde edeceğimiz aşikâr.