Mars Marslılar’a aittir
NASA’nın geçen hafta Mars’ta hayat için elzem olan organik molekül bulduğunu açıklaması bilim dünyasında Mars’ı dünyalaştırma (terraforming) tartışmalarını alevlendirdi. Terraforming kısaca Mars’ı Dünya’ya benzetmek olarak tanımlanabilir. İlk olarak bu kelimeyi Jack Williamson isimli yazar 1942 yılında yazdığı bir bilim-kurgu kitabında kullanmış. Dünya’dan elde ettiğimiz küresel ısınma tecrübesini Mars’ta kullanırsak Mars atmosferini ısıtır ve bir şekilde Mars atmosferine daha fazla hava ekleyebilirsek yüksek basınç ve sıcaklıkla buz halindeki suyun sıvı hale gelmesini ve bu sayede bitki yetiştirmeyi sağlayabiliriz.
Fakat uzay çalışmalarında hem NASA’ya hem de bütün insanlığa ilham veren ünlü bilim insanı Carl Sagan eğer Mars’ta hayat varsa bu hayata saygı duymamızı ve oraya dokunmamızı söylüyor ve şöyle diyor: Mars’ta hayat varsa, Mars’la hiçbir şey yapmamamız gerektiğine inanıyorum. Mars, sadece mikrop olsalar bile Marslılara aittir.”
Zamanımızın en ünlü bilim adamlarından Stephen Hawking ise sağlığında sürekli olarak dünya dışı hayatın var olma ihtimalini ve dahası, uzaylılarla iletişimin tehlikelerini anlatıyor ve bu durumu Kristof Kolomb’un (Christopher Columbus) Amerika’yı keşfetmesine benzetiyor ve tehlikelerini anlatıyordu.
Kristof Kolomb önce ve sonrasını kısaca hatırlamakta fayda var.
Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul’u fethetmesiyle Avrupalılar açısından uzakdoğu ve Hindistan ile ticaret yolları tamamen Müslümanların eline geçmişti. Müslümanlara vergi ödemeyi gururlarına yediremeyen Avrupalılar yeni arayışlar içine girmiş Hindistan’a başka yollardan ulaşmanın yollarını araştırmaya başlamıştı. Bazı cesaretli denizciler Afrika’nın batısından ve güneyinden geçerek Hindistan’a ulaşmayı denediler.
***
İspanya’dan yola çıkıp güneye hareket eden denizciler Afrika’nın batısında el değmemiş adalar keşfettiler ve çoğu yollarına devam etmeyip bu adalara yerleştiler. Verimli ve geniş arazilerde tarım ürünleri yetiştirmeye başladılar. En fazla da şeker kamışı yetiştirdiler. Fakat tarlada çalışacak işçi lazımdı. Batı Afrika ülkelerine giderek liman şehirlerinde köle tacirleriyle anlaştılar. Köle tacirleri Afrika’nın iç bölgelerine giderek kendi insanlarının ve kendi akrabalarının evlerine baskın yaparak genç erkek ve kız çocuklarını kaçırıp Avrupalılar’a köle olarak satmaya başladılar.
Keşfedilen yeni adalarda şeker kamışı yetiştirip zenginleşen Avrupalılar gözlerini daha batıya çevirip yeni adalar keşfetmek istediler. Tam bu sırada Kristof Kolomb isimli Portekizli denizci İspanya Kralı Ferdinand ve Kraliçe İsabel’e giderek Dünya’nın yuvarlak olduğunu ve sürekli batıya giderse doğudan Hindistan’a ulaşabileceğini böylelikle yeni bir ticaret yolu keşfedeceğini söyledi ve maddi destek istedi ve isteği kabul edildi. Böylelikle maddi destek sağlayıp sürekli batıya yol aldı ve Karayip adalarına ulaştı. Kendisine iyi ve misafirperver davranan yerlilerle karşılaştı ve böylelikle yeni dünyanın kapıları Avrupalılara açılmış oldu.
Sonrasında ne mi oldu? Avrupalılar beraberlerinde milyonlarca mikrop ve salgın hastalıklar getirdiler. Kendi vücutları bu mikroplara dayanıklıydı. Fakat Amerika kıtasında yüzyıllardır yaşayan kızılderililer bu mikropları bilmiyorlardı. Milyonlarcası bu temastan oluşan salgın hastalıklar yüzünden yok oldular. Yok olmayıp hayatta kalanlar ise önce ayak oyunlarıyla sonra baskı ve zorbalıkla yerlerinden ve yurtlarından sürekli batıya sürüldüler, sürüldüler ve en sonunda pasifik okyanusu göründü. Artık sürülecek yerleri kalmamıştı. Çokları sistematik soykırımla yok edildiler. Hayatta kalmayı başaranlar da çöllerde verimsiz, susuz kamplara yerleştirildiler.
Topraklar genişledikçe yeni tarım ürünleri de üretmeye başladılar. Bunlardan en önemlisi ve bugün bütün insanlarımızın baş belası olan tütün. İlk Avrupalı yerleşimciler tütün içmeyi kızılderililerden öğrenerek daha sonra gittikçe popüler olacağı Avrupa’ya taşıdılar. Sonra pamuk üretmeye başladılar ve daha fazla işçiye yani köleye ihtiyaç duydular.
***
Köle ticareti yapan gemiler inşa edildi. Fakat bu gemilerde köleler kamaralarda değil, kovuklara ve raflara paket gibi istiflenerek taşındılar. Kendinizi yarım metre yükseklikte, yanınızdaki adamın ayağına zincirlenmiş bir vaziyette ve binlerce insanın idrar ve dışkı yaptığı ve temizlenmediği bir kovukta hayal edin. Bu yolculuk 3 hafta ile bir ay arası sürüyordu. İlk etapta Afrika’dan 12 milyon köle Amerika kıtasına taşındı. Bunlardan 2 milyon kadarı yolda kötü hayat şartları ve salgın hastalıklar yüzünden öldüler. Çünkü bu insanlar insan olarak değil ticari bir mal olarak görülüyordu.
Bu kölelerden birisi de Olaudah Equiano idi. Afrika’nın iç kesimlerinde evlerinin bahçesinde kız kardeşi ile beraber oturuyorlardı. Birden evlerine yine kendi içlerinden çeteler tarafından baskın yapıldı. Kendisi ve kız kardeşini tutukladılar ve sonlarının ne olduğunu bilmedikleri bir yola çıktılar. Hayatlarında hiç deniz görmemişlerdi. Başlarına ne geleceğini bilmiyorlardı. Korku ve endişe hakimdi. Hayatlarında hiç gemiye binmedikleri için ayrıca korkuyorlardı. Kendisi Avrupalılara satılınca kız kardeşiyle artık bir daha görüşemeyeceğini anladı. Çünkü o da başka bir Avrupalıya köle olarak satılmıştı.
Başka bir durumda ise ailenin tamamı köle pazarına getirilmişti. Satılacaklarını anlayan baba kendisini, karısını ve iki çocuğunu köle tacirlerine pazarlamaya çalışıyordu. Gayesi ise ailesini bölmemekti. En küçük kızı 3 yaşındaydı. Kendisini ve özelliklerini methettikten sonra karısının ne kadar güzel yemek yaptığını ve ne çok çalıştığını anlatıyor, 16 yaşındaki oğlunun ise ne denli kuvvetli olduğunu ancak 3 yaşındaki küçük kızının henüz küçük olduğunu fakat büyüyünce çok işe yarayacağını, alacaklarsa hepsini birden almasını anlatıyordu. Fakat bu çırpınışları işe yaramadı. Ailenin fertlerinin her biri farklı birine satıldı ve bir daha görüşmemek üzere oracıkta ayrıldılar.
Eğer biz Mars’ı dünyalaştırırsak ve eğer orada yaşayan varsa aynı şeyleri tekrar mı yaşayacağız? Ya da tersinden eğer uzaylılar varsa ve bizden teknolojik olarak üstünlerse ve bizi köle yaparlarsa…
Bayramınız Mübarek olsun!