Kadim bir Üsküdarlıdan bayram mektubu

Beşir Ayvazoğlu

Çok muhterem beyefendi,

Zât-ı âlînizin ismini ilk defa mahalle arkadaşım merhum profesör Ahmet Yüksel Özemre’den işitmiş ve birkaç kitabınızı okuduktan sonra sadık karilerinizden biri olmuş idim. Karar gazetesindeki mekalelerinizi de okuyor ve istifade ediyorum, Allah sizden razı olsun. Lakin Şemsi Ahmed Paşa, nâm-ı diğer Kuşkonmaz Cami-i Şerifinin başına gelenleri efkâr-ı umumiyeye duyuran gazetelerden biri de sizinki olmasına rağmen bu mevzuda yazmamış olmanız hayretimi mûcib oldu. Fakîr doksanını devirmiş bir Üsküdarlıyım, hem de ebâenced Üsküdarlı... Sokağa pek çıkamasam da, Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun, akl ü şuurum yerinde; memleketimizde olup bitenleri yakînen takip ediyorum. Üsküdar haberlerinin de fakîri hassaten alâkadar ettiğini tahmin edebilirsiniz. Hâlen Çiftehavuzlar’da ikamet ediyorum, lâkin kalbim hep Üsküdar’da, bu mübarek beldede yaşadığım zamanlardadır.

Birkaç gün önce torunlarımdan reca ettim, beni otomobille Üsküdar’a indirip Kuşkonmaz Camii’nin önünde yaya yolu yapmak için denize çakılan kazıkları gösterdiler, dilhûn oldum. Bu cami, leb-i derya bir cami olarak inşa edilmiştir ve tâ-be-kıyâmet öyle kalmalıdır. Evliya Çelebi merhumun seyahatnamesinde -ki hâlâ elimden düşürmediğim eserlerdendir- ne dediğini bilirsiniz: “Leb-i deryâda bir küçük camidir, amma gayet şirin camidir kim güya kasr-ı Şîrindir. Mimar Sinan binasıdır.”

***

Bu şiirin camiin 1930’lardaki hâl-i perişanını da çok iyi hatırlıyorum. İbrahim Hakkı Konyalı merhum -ki İhsaniye’de oturur müdekkik bir zat idi- yazdıklarından Kuşkonmaz Camii’nin o tarihte Evkaf’ın defterlerinde arsa olarak gösterildiğini ve satışa çıkarılacağını yazmıştı. Ah, Üsküdar sahilini bir inci gerdanlık gibi süsleyen bu camiin o yıllardaki hâlini görseydiniz, içiniz kan ağlardı. Tamamen gözden çıkarılmış idi; minaresi yıkılmış, kitabeleri sökülmüş, kurşunları çalındığı için kubbesi yer yer çatlamışdı. Medrese odaları ahır, cami abdesthane gibi kullanılırdı. Doğrusu, dindar Üsküdar halkının bu vaziyet karşısındaki lâkaydîsi de hayret-engîz idi. Eğer Konyalı merhum birkaç makale ile efkâr-ı umumiyeyi bu cinayetten haberdar etmemiş olsaydı, bu pırlantanın yerinde şimdi -çok affedersiniz- bir lenduha yükseliyor olabilirdi.

Her ne ise, bu mektubu yazmaktaki asıl maksadım, ıyd-i saîd-i fıtrınızı -biz eskiden Ramazan Bayramı’na böyle derdik- tebrik etmekti beyefendi. Bilvesile içimi dökmüş oldum.

***

Efendim, bugünlerde fakirhanede büyük bir telâş var; ma’lûm-ı âlîniz, bayram yaklaşıyor. Bu tatlı telâşın güzelliği İstanbul’da kaç hânede yaşanıyor bilmem. Fakirhanede kadîm an’aneler el’an hüküm-fermâdır; gerçi bu zamanda o eski şetâreti bulmak pek mümkin değil. Şetâret dedim de, ne tatlı kelimedir ve Mehmed Âkif merhum bayram sevincini bu kelime ile çok güzel ifade etmiş idi: “Pür-handedir âfâk, cihan başka cihandır / Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandır”.

İnsanlar ihtiyarladıkça geçen eyyâmı daha güzel bulmaya mütemâyil olurlar; elbette bu hâlet-i rûhiyyeden haberdârım. Lâkin, eskiden bayramlar hakikaten şetâretli zamanlardı; ve bu şetâreti İstanbul’un her köşesinde hissetmek mümkindi efendim; tuhaftır, bütün dertlerimizi, elemlerimizi, hatta hastalıklar da dâhil olmak üzere hayatî mes’elelerimizi düşünmeyi bayram ertesine tehir eder, şetârete bütün kalbimizle iştirâk ederdik. Küskünlükler nihayete erdirilir, açlar doyurulur, çocuklar sevindirilirdi. Şair Ahmed Paşa’nın dediği gibi “o da bir zemân imiş”.

***

Emin olunuz, bunları sadece dâüssıla hissiyatıyla yazıyor değilim; hakikati anlatmaya çalışıyorum ve cemiyet olarak ziyadesiyle ihtiyaç hissettiğimiz böyle bir tesânüd imkânını kaybetmiş olmaklığımızdan elem duyuyorum.

Maamafih, re’yine itimad ettiğim bazı ahibba, bu hususta mübalağa ettiğim kanaatindedirler. Bayram şetareti, eskisi kadar olmasa dahi, bilhassa Anadolu şehirlerinde el’an yaşanmaktadır diyorlar. Geçenlerde çok kıymet verdiğim bir ahbabım dedi ki: “Bayramlarda İstanbul’un boşalmasına bakıp da herkesin memleket dâhilindeki ve hâricindeki tatil beldelerine gittiklerini zannetmeyiniz. Büyük bir kısmı memleketlerine gidiyorlar; yani bayram yaklaşınca insanlar bu şetâreti memleketlerinde, ebeveynleri ve akrabalarıyla beraber yaşamak için yollara dökülüyor, böylece aynı zamanda sılâ-yı rahm etmiş oluyorlar”.

Mes’elenin bu tarafını hiç düşünmemiştim; kendisine hak verdim. Ve şu kanaate vardım ki, an’aneler, cemiyet hayatından öyle kolay kolay sökülüp atılamaz; çünkü çok derinlere kök salmışlardır.

İstanbul’un bayramlarda boşalmasından elbette şikâyetçi değilim; tenha sokaklar ve rahatlayan trafik benim sinnimdekilere eski âsûde İstanbul’u hatırlatıyor. Bu bayramda niyyetim, fırsattan bi’l-istifade, inşaallah Fatih, Süleymaniye, Eyübsultan ve Kocamustapaşa semtlerini ziyaret etmek... İnanır mısınız, Kocamustapaşa’ya yıllar var ki gitmedim. Süleymaniye’yi görmeyeli de birkaç yıl oluyor. Söyler misiniz mîrim, buna İstanbul’da yaşamak denir mi?

Her ne ise, bu vesile ile zât-ı âlînizin ve cümle kariîn-i kirâmınızın bayramınızı tebrik ve arz-ı hürmet ederim efendim.

Dâîniz

Fasih Üsküdarlı

Not 1

Üsküdar sahili yaya yolu projesinde tadilat yapıldığını ve Şemsi Paşa Camii önüne çakılan kazıkların söküleceğini memnuniyetle öğrenmiş bulunuyoruz. Bu vesileyle önümüzdeki hafta bu zarif cami hakkında ben de bir şeyler yazmak niyetindeyim. Fasih Bey’in ve bütün okuyucularımın Ramazan Bayramı’nı tebrik ediyor, bu mübarek günlerin İslam âlemi ve bütün insanlık için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.

Not 2

Fasih Üsküdarlı, kurgusal bir karakterdir. Hoşluk olsun diye bu yazıda böyle bir üslûbu tercih ettim.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (14)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.