Kerkük üzerine düşünceler

Beşir Ayvazoğlu

Kuzey Irak yönetimi tarafından yarın yapılacak bağımsızlık referandumu, özellikle Kerkük’ün bu referanduma dâhil edilmesi bölgemizde çok ciddi problemlere yol açacak gibi görünüyor. Birinci Dünya Harbi’nden sonra politik oyunlarla bizden koparılan ve demografik yapısı üzerinde sürekli oynanan Kerkük, bugün kurtlar sofrasında kimliğini büsbütün kaybetmek üzeredir.

***

Muaviye tarafından 674 yılında Horasan tarafına gönderilen yirmi bin kişilik ordunun kumandanı Ubeydullah b. Ziyad’ın dönüşte beraberinde getirip Basra’ya yerleştirdiği okçulukta mâhir iki bin Türk’le başlayan Irak’taki Türk varlığı, zamanla bu coğrafyanın aslî unsurlarından biri haline gelmiştir. Anne tarafından Türk olan Abbasi halifesi Mu’tasım devrinde, Şii Araplara karşı Türklerden oluşan bir hassa ordusu ve bu ordu için özel bir şehir (Samerra) bile kurulur. Irak, Mu’tasım’dan sonra büyük bir hızla artan Türk nüfus ve nüfuzu sayesinde, Anadolu’nun fethinden çok önce vazgeçilmez bir Türk yurdu olmuş ve Türkistan’ın hızla Müslümanlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Abbasiler devrindeki kudretli kumandanların adları, eminim, okuyucularımızın ilgisini çekecektir: Afşın, Aşnas, Büyük Boğa, Küçük Boğa, Hakan vb.

Asur kralı Sartnapal tarafından kurulduğu söylenen ve Hazreti Ömer tarafından fethedilen Kerkük de, Abbasiler devrinde önemli sayıda Türk nüfusunun yerleştirildiği şehirlerden biriydi. 9. yüzyıldan bu yana Irak Türklüğünün merkezi olan Kerkük, Birinci Dünya Harbi’nde, İngilizler tarafından işgal edildi. Musul’la birlikte Misak-ı Milli sınırları içinde yer almasına rağmen, zengin petrol kaynaklarına sahip olduğu için İngilizlerin pençesinden kurtarılamayan bu güzel şehir, ne yazık ki, Ankara’da, 5 Haziran 1926’da imzalanan bir antlaşmayla İngiltere mandasındaki Irak devletine bırakılmıştır.

Bu tarihten sonra, azılı Irak diktatörlerinin amansız baskısı altında varlıklarını sürdürmeye çalışan Kerkük Türklerinin dramını bütün boyutlarıyla öğrenmek isteyenler, Kerkük’te doğup büyümüş bir mimar olan Prof. Dr. Suphi Saatçi’nin Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri (2003) isimli kitabını okumalıdır.

***

Şu sıralarda mutlaka okunması gereken kitaplardan biri de, yine Suphi Saatçi imzasını taşıyan Kerkük Güldestesi (1997) isimli antolojidir. Irak Türklüğü ve başta “sembol şehir” Kerkük olmak üzere, bugün Irak sınırları içinde bulunan Türk şehirleri hakkında yazılmış şiirlerin bir araya getirildiği bu antolojide, Iraklı Türk şairlerinin yanı sıra, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Nusret Zorlutuna, Arif Nihat Asya, Behçet Kemal Çağlar, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Yavuz Bülent Bakiler gibi, edebiyatımızın tanınmış isimlerinin şiirleri de yer alıyor. Mesela Gökalp, “Çobanla Bülbül” şiirinde Kerkük’ü “en saf Türkler”in yaşadığı şehirlerden biri olarak zikretmiş.

Çocukluk yıllarını babasının kadı olarak görev yaptığı Kerkük ve Musul’da yaşayan Ahmet Hamdi Tanpınar, adı geçen antolojide, Ahmet Haşim etkisi açıkça hissedilen “Musul Akşamları” adlı şiiriyle yer alıyor. Halide Nusret Zorlutuna da çocukluğunu Kerkük’te yaşamış, “Kerkük’e Gazel”, “Vazgeçemem Kerkük Senden” ve “Masal Şehir” isimli şiirlerinde bu şehri çocukluğunun cenneti olarak tarif etmiştir:

Ey çocukluğumun cenneti masal şehir
Kulaklarımda hep senin sesin
Gözümdesin gönlümdesin.

Kerkük üzerine en çok yazan şairler, Ârif Nihat Asya ile Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’dur. Suphi Saatçi’nin antolojisinde bu iki şairden toplam on üç şiir yer alıyor. Yavuz Bülent Bakiler’in “Kerkük Ağıtı” şiiri ise, 1959 yılında Kerkük’te yapılan korkunç katliamın acı hâtırasını yaşatmaktadır. Aynı katliamdan Ali Akbaş da “Kerkük Üzerine Dörtlükler”inde şöyle söz ediyor:

Ne zaman ki Kerkük gelir aklıma
Boğazlanan bir Türk gelir aklıma.

***

Dün, Youtube’da Abdurrahman Kızılay ve Kerküklü tenor İhsan Ekber’den o iç yakıcı “Altın Hızma Mülayim” türküsünü dinleyerek Suphi Saatçi’nin Kent Dokusu ve Geleneksel Evleriyle Kerkük (2007) isimli kitabını da yeniden gözden geçirdim. Bu güzel kitabın sayfaları arasında gezinirken kendimi, Erzurum gibi, Urfa gibi, Mardin gibi capcanlı, sımsıcak bir şehrin sokaklarında hissettiğimi söyleyebilirim. Kalesi, camileri, türbeleri, köprüleri, genişleyip daralan loş sokakları, çıkmazları, sokaklara ayrı bir güzellik katan çıkmaları, ‘tak’larıyla size her an yeni sürprizler hazırlayan harika bir şehir... Belki de şu ev -diye düşündüm- geçen asrın başlarında Osmanlı mutasarrıfı Avnullah Kazımî Bey’in, daha sonra kadı Hüseyin Fikri Efendi’nin oturduğu evdir! Biri Halide Nusret Zorlutuna’nın, diğeri Ahmet Hamdi Tanpınar’ın babası...

Tanpınar, “Kerkük Hâtıraları” başlıklı nefis yazısında Avnullah Kâzımî Bey’den şöyle söz eder:

“Bu evde bizden evvel mutasarrıf Avnullah Kâzımî Bey oturmuştu. Şair Halide Nusret Hanım’ın babası olan bu zat, Kerkük’te çok iyi bir hâtıra bırakmıştı. Onun hakkında söylenenleri şimdi hatırladıkça, eski imparatorluğun devamını sağlayan, o tuttuğunu koparır, çakır pençe memurlardan biri olduğunu düşünüyorum. Şehre ve havaliye sükûnet getiren, devlet otoritesini koruyan bu cins memurlara eskiden halkımız bir nevi keramet, hiç değilse dindarlık, riyazet izafe ederdi. Avnullah Kâzımî için de böyle olmuştu. Mektep arkadaşlarımın çoğu, onun geceleri soyunmadan bir post üzerinde yorulana kadar ibadet ve dua ettiğini ve oracıkta kıvrılıp uyuduğunu, sonra atına binip eşkıya takibine çıktığını anlatırlardı.”

***

Avnullah Bey gibi çakırpençe Osmanlı memurları çekileli beri bu coğrafyada huzur kalmadı. Irak ve Suriye’de sadece Türkmenleri değil, bölgenin bütün insanlarını huzur ve refah içinde bir arada yaşatacak ve bu ülkelerin zenginliklerini âdil bir biçimde paylaştıracak adam gibi bir düzenin kurulmasını temenni ediyor, söyleyecek başka söz bulamıyorum.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (9)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.