Eski yılları ne yaparlar ya da yıldız kırpıntıları...
Zihnin oyunları tükenmez. Sevdikleri kadar istemediği nice bilgiyi, yaşantıyı evirip çevirir kendi işine geldiği gibi yorumlar, şekillendirir. O ince bir kırkma makinası gibi çalışır çokça. En sert odundan törpüleye törpüleye talaş yağmuru bile çıkarır. Çocukluğumda okuduğum bir kitapta gördüğüm bir resim vardı. Onu şunca yıldır kırpar kırpar yıldız yaparım. Alışıldık kılığı içinde Nasreddin Hoca şaşkın şaşkın gökteki aya bakıyordu orada. Fakat resim bu kadar da kalmıyor, hocanın önündeki kuyuda kırpışan yıldızları resmediyordu. Hocanın aklı iki arada bir derede kalmıştı. Gönlü yıldızlardan yana mı yoksa pırıl pırıl ay dedeye mi kaymıştı karar veremiyordunuz. Ressamı aklımda kalmamış lakin çerçevenin dışına taşacak biçimde meraklı yüzler çizilmiş, onlar da hocayla soru arasında kalakalmışlardı. Metinden okuduğumuz kadarıyla cemaatten birileri bir gün hocayı yolda yakalamış ve ‘hocam eski ayları ne yaparlar?’ diye sormuşlardı. Her hal ve şartta âlemin ‘bilicisi’ hoca bu sorunun da altında kalmamıştı. Ressam muzip olduğu kadar şaşkın yüzlere yer vermişti çiziminde. Söz konusu latifelerin farklı biçimleri olsa bile ( Fikret Türkmen’in hazırladığı Burhaniye yazmasında ; ‘ Hoca’ya ay yeni oldukta, eskisini ne yaparlar? dimişler. Kırkarlar kırkarlar yıldız yaparlar , demiş. Şekliyle bulunur.) esası hocanın eski aylardan yıldız yapmayı bulmasıdır. Böylece hoca hem mantıksal, hem kozmolojik hem de görsel bir süreklilik yaratmıştır. Hem hiçbir şey kaybolmaz hem de her şey aslının çevresinde kalır demek de istemiştir sanki. Hoca bu…
Yeni bir yıla daha girmek üzereyiz şimdilerde. Bir yıl önce yeni diye kucakladığımız yıl birkaç gün sonra hepten eskiyip gidecek. Zaman olmasaydı ve biz onun tatlı sert sürtünüşlerini tenimiz, ruhumuz ve hayatımızda hissetmeseydik gereksiz bulurduk belki eski ile yeni arasında hesap kurmayı. Öyle ya yeni dediğimiz de mutlaka eskiyecekse ve bu eskiyişten gelecekteki bütün yeniler payını alacaksa eski ile yeninin tam olarak bir farkından söz edilebilir mi? Aklının, zekasının, espri yeteneği yanında hikmetinin dalgaları hiç eksilmeyen, bazen yükselip alçalan, durgunlaşıp çalkalanan hoca, zamanı salt bir durum değil geçişler arası mutlak bir hürriyet ve sonsuzluk diye yorumlamış olmaz mı? Umutsuzluk içindeki umudu gösterirken sevinç içindeki kederi de hatırlatmaz mı? Bizim gördüklerimiz değişik görüntülere bürünen esaslardır, siz ona bakın asıl demez mi?
İyi de, resimden anlaşıldığı kadarıyla, hocaya aylı bir gecede durup dururken bu soruyu soranların derdi ne olabilir? Hocanın aklını güzel güzel inceltip keskinleştiren biraz da bu sorular değil midir? O sorular o insanlar olmasaydı hoca kendi kendine konuşup durmaz mıydı? 2025 yılı fıkrada olduğu gibi hurma dalı inceliğinden çıkıp bir dolunay iriliğini erişip de aramızdan kayıp giderken bir soru sormanın yeri gelmedi mi kendiliğinden? Dünyada olup biten bütün kötü şeylerle beraber varlığımızın tam çemberinde ne yana dönsek bizi takip eden o büyük sorunun cevabı verilebilir mi? Madem eski yıl gidiyor, gidecek, onu tam olarak nereye koyalım? Ondan ne anlayıp hangi sonuca varalım? Ömrünü hilalden dolunaya koşan ay misali mal mülk, güç iktidar, makam mevki isteğiyle geçirenlerin sonunda ellerindekinin kırpılıp kırpılıp yıldız olacağı ve uzakta kimseye faydası olmayan ölüm işaretlerine dönüşeceğini mi hatırlatalım? Işığın ve ayın hep olacağı, yıldızların da birer fanilik efekti gibi bize göz kırpacağına inanandığımızı, iyilikte ısrar edip insan erdemini savunmaktan öte yol bulunmayacağını mı dillendirelim?
Gün döner, hayat sürer, toprak soğuyup ısınır, deniz köpürüp sakinleşir, rüzgar hiçbir konakta sonsuzca durmaz. Her ağrının bir şifası bulunacağı gibi her soruya da cevap verecek bir insan mutlaka bulunur. İnsana düşen anın mutlaklığına inanmayıp geçiciliğin süslerini iki omzuna apolet gibi takma gafletinden kurtulmasıdır. Hayatın ne renkleri biter ne mucizeleri. Dünün kötüsü bugün iyi olmaz, iyi kalan ışığını yitirmez. 2025 içinde ömrümüzde görmediğimiz kötülüklere şahit olduk. Şu veya bu dinde şu veya bu millette şu veya bu ülkede kötüler kuyruklu yıldızlara binmiş peşlerindeki cadılarla tur atıp durdular dünyanın etrafında. Makedon sınırlarından kalkıp Hindistan’a kadar giden İskender de kurtulamadı ölümün kırptığı bir sönmüş yıldız olmaktan. Darius desen altınlara zincirlenmiş şekilde ölü bulunmuştu savaş arabasının yanında . İskender kadar Darius’un da kırpılmış yıldızlarına rastlanır geceleyin gökyüzünde berrak havada. Ölüm hayattan üstün değildir ve asıl bağlanılması gereken sonsuz dirilik fikridir. 2025 bunu getiremedi bunca ölüm arasında. 2026, kim bilir?
