Raporlarda partiler nasıl görünüyor?
Ekopolitik isimli bir araştırma kurumu var. Hukukçu Ramazan Arıtürk tarafından kuruldu. Bünyede, ülkenin değişik sorunları, ağırlıklı olarak Hukuk alanında derinlikli çalışmalar yapılıyor.
Yargı sisteminin işleyişine dair ses getirecek bir çalışmanın içinde olduklarını biliyorum.
Son olarak, partilerin Süreç Komisyonu’na sundukları raporları değerlendiren bir çalışmayı yayınladı Ekopolitik.
Malum, raporlar Meclis Başkanına sunuldu, şimdi de bu raporlardan ortak bir metin – öneriler dizisi çıkarılmak isteniyor.
Ekopolitik’in çalışması anlaşıldığı kadarıyla bir ekip değerlendirmesi. Analizde önce ayrı ayrı partilerin raporlarında yer alan bakışlar ele alınmış, değerlendirilmiş, sonunda da bir kanaat ifade edilmiş.
Bir uç: Güvenlikçi değerlendirme
Raporda “Birinci uç” diye nitelenen ve “Güvenlikçi değerlendirme” diye tanımlanan görüş, Ak Parti ve MHP’ye ait. Burada ş öyle bir çerçeve çizilmiş:
“Birinci uçta yer alan güvenlikçi paradigma, Kürt meselesini esas itibarıyla terör ve kamu düzeni bağlamında ele almakta; demokratikleşme, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve hukuki reformları, güvenliğin tesis edilmesine ve silahlı tehdidin tamamen ortadan kaldırılmasına bağlı bir süreç olarak kurgulamaktadır. Bu yaklaşım, devletin varlığını ve anayasal bütünlüğünü koruma refleksi açısından anlaşılır olmakla birlikte, hukuk devleti ilkesinin hak merkezli karakterini zayıflatma ve temel hakları siyasal takdir alanına itme riskini beraberinde getirmektedir. Demokratik hukuk devletinde güvenlik, hak ve özgürlüklerin ön koşulu değil; bilakis onların anayasal güvenceler içinde korunmasının bir sonucu olarak görülmelidir.” (Siyah kısımları ben boldladım.)
Diğer uç: Etnik – kurucu paradigma
Rapor bir de “Diğer uç” belirlemiş. Buraya DEM’in çizgisini yerleştirmiş ve genel anlamıyla “etnik – kurucu paradigma” olarak tanımlamış. Raporda şu ifadeler yer alıyor:
“Diğer uçta yer alan etnik-kurucu paradigma ise, Kürt meselesini tarihsel bir inkâr ve baskı sürecinin sonucu olarak tanımlamakta; bu bağlamda şiddeti, belirli bir dönemde siyasal ve hukuksal dönüşümü tetikleyen meşru bir araç olarak sunmaktadır. Bu yaklaşım, mevcut anayasal düzeni aşmayı ve yeni bir kurucu irade inşasını hedeflemektedir. Ancak şiddeti kurucu bir unsur olarak meşrulaştıran bu perspektif, demokratik hukuk devleti ilkesini ve insan hakları rejiminin temel varsayımlarını temelden sarsmaktadır. Zira modern anayasal düzenlerde meşruiyet, cebir ve zor kullanımından değil, demokratik temsil, hukuki bağlayıcılık ve evrensel insan hakları ilkelerinden türemektedir.”
Ara görüş: Geçiş dönemi adaleti
Raporda CHP’nin ve Yeni Yol Grubunun görüşleri “iki uç arasında yer alan hukuk devleti, anayasal sadakat ve geçiş dönemi adaleti etrafında şekillenen yaklaşımlar” olarak ifade ediliyor. Rapordaki değerlendirme şöyle:
“Bu perspektifler, hem güvenlikçi yaklaşımın hak ve özgürlükleri erteleyen yönünü hem de etnik-kurucu paradigmanın anayasal düzeni aşan iddialarını sınırlamaya çalışmaktadır. AYM ve AİHM içtihadına daha yakın duran bu yaklaşımlar, şiddetin mutlak biçimde reddedilmesini, bireysel cezai sorumluluk ilkesinin korunmasını ve mağdur haklarının merkezde tutulmasını esas almaktadır. Bununla birlikte, bu ara yaklaşımların da, Kürt meselesinin uzun vadeli anayasal ve siyasal boyutlarına ilişkin daha açık ve tutarlı normatif öneriler geliştirmesi gerekmektedir.”
Rapor, geniş değerlendirmelerden sonra, “TBMM’nin sorumluluk alanı”na ilişkin de bir görüş ortaya koyuyor. Şu ifadeleri rapordan aldım:
“Bu tablo karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin anayasal sorumluluğu, herhangi bir siyasal paradigmayı mutlaklaştırmak ya da kısa vadeli politik kazanımlar uğruna anayasal ilkeleri esnetmek değildir. TBMM’nin temel yükümlülüğü, anayasal düzeni, hukuk devleti ilkesini ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası insan hakları rejimini birlikte gözeten bir çözüm çerçevesi üretmektir. Bu çerçeve; şiddeti ve silahlı mücadeleyi mutlak biçimde reddeden, cezasızlığa ve keyfî af mekanizmalarına izin vermeyen, bireysel sorumluluk ve eşitlik ilkelerini koruyan ve demokratik katılım kanallarını güçlendiren bir yapıya dayanmalıdır.”
Partilerden bağımsız bir kurul tarafından hazırlanan bu tür raporlar önemlidir. Elbette referansları vardır ama (iktidar veya muhalefet) partiler bakımından bir angajman bulunmaması nispeten objektif alanda kalabilmeyi temin eder. Rapor bu yönüyle süreci ülke insanı sorumluluğu ile takip edenlere bir perspektif sunduğu gibi, süreçte rol alan siyasi yapılara da temel referanslar açısından nasıl göründükleri hakkında bilgi vermektedir.
Raporda özellikle DEM çizgisi için kullanılan “şiddeti kurucu bir unsur olarak meşrulaştıran perspektif” tanımlaması süreçte başat rol oynamak isteyen bu yapının hem kendisinin nasıl göründüğü hem de DEM’in başat rolünün dışardan değerlendirilmesi açısından özel önem taşıyor.
Bunun yanında Bahçeli’nin süreçteki başlangıç vuruşuna rağmen MHP’nin son noktada DEM ile farklılaşması, hatta iki uç haline gelmesi de dikkat çekici.
Son olarak partilerin duruşunun rapora yansıdığı şemayı paylaşmak isterim: Ak Parti (Terör sorunu), MHP (Terör sorunu – Kürt sorunu yok), CHP (Hukuk devleti krizi), Yeni Yol Grubu (Güvenlik -artı- Demokratikleşme) En dengeleyici çizgiyi en küçük grubun ortaya koyması da ayrıca dikkat çekici. (Ekopolitik raporuna şu linkten ulaşılabilir: https://x.com/ekopolitiktr/status/2003075828456825316?s=51&t=BvjovevIiChQ3gWd6mPV_g
|
|
