Seçkin bir entelektüeli kaybettik

Beşir Ayvazoğlu

Sevgili dostum Prof. Dr. Hüsamettin Arslan’ın vefat ettiğini önceki gün bir arkadaşım telefonla haber verdi; inanamadım. Hasta olduğundan bile haberim yoktu. Meğerse kanserin çok hızlı ilerleyen bir türüne yakalanmış ve arkadaşımın ifadesiyle adeta ayakta ölmüş. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.

***

Hüsamettin’i 1980’lerin sonunda, İstanbul’da, okur yazar takımınca “Erenler” adı verilen, egzotik mekânlara meraklı turistlerin de pek rağbet ettikleri Çorlulu Ali Paşa Medresesi’ndeki nargile kahvesinde tanımıştım. İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji doktorası yapıyordu ve işsizdi.

O tarihte Tercüman gazetesinin Kültür-Sanat sayfasını yönetiyordum ve bir elemana ihtiyacım vardı. Sohbetlerimizde farklı fikirleri ve yaklaşımıyla dikkatimi çeken Hüsamettin için -tabii kendisinin muvafakatini aldıktan sonra- genel yayın müdürümüz Taha Akyol’la konuşmuş ve Kültür Servisi’nde çalışmak üzere kadrolu olarak gazeteye aldırmıştım. Ama Hüsamettin’in mizacı gazeteciliğe hiç yatkın değildi; o tarihte bile derinlikli bir entelektüeldi ve ortalama okuyucunun anlayacağı bir üslûpla yazmayı beceremiyor, en basit konuları bile terminolojiye boğuyordu. Birlikte ne kadar çalıştık, hatırlamıyorum, ama bu uzun bir süre değildir.

Hüsamettin, “entelektüel babam” dediği Cemil Meriç’in kızı Prof. Dr. Ümit Meriç’in yönetiminde hazırladığı “Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi” alt başlığını taşıyan Epistemik Cemaat isimli doktorasını tamamlayarak doktor unvanını kazanmış, birkaç yıl sonra da Uludağ Üniversitesi’nde göreve başlamıştı. Son görevi yanlış bilmiyorsam, aynı üniversitede Sosyoloji Bölümü başkanlığıydı. Ancak Hüsamettin akademya ile yetinmiyor, kurucusu olduğu Paradigma Yayınları’nda çok önemli kitaplar yayımlıyordu. Bu kitaplardan büyük bir kısmı kendisinin İngilizceden tercüme ettiği kitaplardır.

Hüsamettin, epistemik bir cemaate dahil olmuş, fakat akademya dışındaki dünya ile irtibatını hiç koparmamıştı.

***

Tanıdığım en şaşırtıcı ve en ilgi çekici aydınlardan biriydi Hüsamettin Arslan; bilimin hâlâ bir çeşit din gibi algılandığı Türkiye’de çıkıp yüksek sesle “Arkadaşlar, Batılılaşmak pozitivist olmak demektir. Pozitivizm, bilimi hakikatin biricik ve en güvenilir kaynağı sayan, bilimin doğruları dışındaki bütün doğruları reddeden bir ideolojidir. Türkiye, bilimin kendisini değil, bu bilim ideolojisini ithal etmiştir. Pozitivizm, dinin yerine bilimi ikame etmeye çalışır,” diyordu.

Hüsamettin, gerek öğrenciliği sırasında, gerekse üniversiteden mezun olduktan sonraki hayatında sürekli maddî sıkıntı çekmişti; Sultanahmet’te bir çatı katında, yarı aç yarı tok, ilgilendiği alanlarda Türkçe ve İngilizce yüzlerce kitabı satır satır okuduğunu biliyorum. Eline geçen bütün parayı bu kitaplara yatıran ve beğendiklerini tercüme ederek hayatını kazanmaya çalışan Hüsamettin, “Meta-bilimler” dediği bilim felsefesi, bilim sosyolojisi, bilim antropolojisi, bilim psikolojisi gibi disiplinlerle, özellikle bilim felsefesi, bilim sosyolojisi ve hermeneutik’le ilgilenirdi. Kitap olarak da yayınladığı Epistemik Cemaat’te, klasik sosyoloji geleneğinin “bilimsel bilgi”ye verdiği ayrıcalıklı yeri reddediyordu.

***

Hüsamettin’in tezi şöyle özetlenebilir: İlmî bilgi de dahil olmak üzere, bütün bilginin varoluş temeli toplumdur, daha uygun bir ifadeyle “epistemik cemaat”tir. Bu cemaat varlık kazanmadan, bilgi de var olamaz. İlmî bilgi, epistemik cemaat’ın üyeleri olan bilim adamları tarafından kolektif tarzda inşa edilir, işlenir ve “bilimsel” etiketiyle akredite edilerek gelecek nesillere aktarılır. “Bilim, bitirilmiş ürünlerin, yani bilimsel metinlerin, makalelerin, raporların ve diğer ürünlerin bir koleksiyonu olarak görülemez. Bunlar, ‘bilimsel’ etiketini taşıyan faaliyetin nedeni değil, sonucudur. Bilim, her durumda bir bilimsel epistemik cemaat içinde yer alan bilim adamlarının kolektif tarzda yürüttükleri faaliyetin adıdır.”

Bütün epistemik cemaatler gibi, “bilimsel epistemik cemaat”in, yani ilim adamlarından meydana gelen topluluğun da kendine göre bir dili, gelenekleri, normları, dogmaları, standartları, hedefleri ve çıkarları bulunduğunu öne süren Hüsamettin, bilimin bunların dışında ele alınamayacağı kanaatindeydi. “Bilimsel epistemik cemaat”in, bu normları, gelenekleri, standartları vb. inşa ve tescil eden bir merkezinin, bir de bu merkezin otoritesine boyun eğmiş, onun her sunduğunu hiç sorgulamadan benimseyen “mümin”lerden müteşekkil bir “global epistemik cemaat”in bulunduğunu düşünüyordu. XIX. yüzyılın başlarından itibaren, Türkiye’de İslamî epistemik cemaatin yanı başında, elçilikler ve yabancı okullar ekseninde radikal bir biçimde farklı yeni bir epistemik cemaat ortaya çıkmış ve bu cemaat pozitivizmi topluma bir çeşit “din” olarak sunmuştu.

***

Evet, çok değerli bir ilim adamını, daha da önemlisi seçkin bir entelektüeli kaybettik. Kendisine Allah’tan rahmet, yakınlarına ve dostlarına başsağlığı diliyorum.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.