Krizin ortasındaki Almanyalı Türkler

Mikdat Karaalioğlu

Almanya’daki seçimlerin sonrasında Türkiye ile Almanya ilişkilerinde umulan yumuşama toplumsal bir beklentiye dönüştü. Gerçi gerilimi artıracak açıklamalar yapılmıyor. Ancak krizin çözüm sürecine girdiğine dair somut işaretler henüz ortada yok. Krizin bir an önce son bulması özellikle Almanya’da yaşayan yaklaşık 3 milyon Türk açısından hayati önem taşıyor. Problemin arka planına kısa bir göz atalım. Almanya’daki Türkler’in neredeyse 60 yıla varan göç tarihi sonunda bu ülkedeki toplumsal konumumuzun olması gereken düzeyde bulunmadığı ortada. Bunun bir çok nedenleri var: Alman toplumunun bu ülkede yaşayan Türkleri kabullenmeye bir türlü hazır olmaması, Türk toplumunun güçlü sivil toplum örgütleri çıkaramaması ve Türkiye’nin Almanya’daki vatandaşları ile yeterli düzeyde ilgilenmemesi kabaca üç önemli neden olarak açıklanabilir.

Yıllardır yaşanan bu kısır döngü, Türkiye’nin yeterli ilgi göstermemesi noktasında, AK Parti iktidarı ile birlikte ciddi bir aşama kaydetti. Türkiye, vatandaşlarının sorunları ile yakından ilgilendi. Gümrük, pasaport, askerlik, konsolosluk hizmetleri gibi Türkiye’nin yıllardır ihmal ettiği konular hızla çözüldü. Birer ızdırap merkezi olan konsolosluklar yeniden inşa edilip vatandaşa hizmet veren ve haklarını savunan modern kurumlar haline geldi. Hiçbir hükümetin yapmadığı bu yenilikler Almanya’daki Türkler arasında takdir gördü. Türkiye’de yaşanan ekonomik ve sosyal gelişmeler de yılda bir Türkiye’ye giden vatandaşlar tarafından somut olarak gözlemlendi. Alman medyasında Türkiye hakkında yazılan olumlu yazılar Türkler’in kendilerine ve anavatanlarına olan güvenini artırdı. Yurtdışından Türkiye’deki seçimlere katılma hakkının doğmasıyla hem bu hizmetler arttı, hem de AK Parti’nin Almanya’dan aldığı oylar. Bir demokraside gayet makul görülebilecek bu etkileşim yaşanırken, ortaya başka bir sorun çıktı: Alman siyasetinden yaşadığı tecrübeler itibarıyla neredeyse hiçbir beklentisi kalmayan Türkler siyasi dikkatlerini yoğun bir biçimde Türkiye’ye çevirdi.

Toplumsal dikkatimizi vermemiz gereken Almanya gözden kaçtı. Sorunların sadece Türkiye üzerinden çözülebileceği gibi gerçekçi olmayan ama birçok Türk sivil toplumu örgütü için konforlu sayılabilecek bir alışkanlık oluştu. Türk toplumunun en azından önemli bir kesiminin Almanya ile diyaloğu, tartışması vs. Türkiye siyaseti üzerinden, Türk medyasını kullandığı argümanlarla yapılmaya başlandı. Ancak bu üslup yerel sorunların tartışılması ve çözülmesi için hem içerik hem de tarz olarak Almanya’nın gerçekleri ile örtüşmekten uzaktı. Almanya’daki toplumsal hassasiyetlerden yeterli düzeyde haberdar olmayan Türkiye kamuoyu, kitleleri heyacanlandıracak bir söylemi tercih etti. Alman kamuoyu da zaten bir sorun olarak gördüğü kitlenin, Türkiye söylemi ile kendilerine mesaj vermesini anlaşılır şekilde Türkiye’nin sistemli bir müdahalesi olarak yorumladı.

Aslında bu bir dereceye kadar katlanılabilir bir durum. Fakat Almanya ve Türkiye arasında 15 Temmuz darbe girişiminden sonra şiddetlenen krizle birlikte, sorun kendisini çok daha yoğun bir şekilde hissettirmeye başladı. Her iki ülkenin kamuoyunda siyah-beyaz keskinliği ile tartışılan gerilim Almanya’daki Türklerin günlük yaşamını zorlaştıran bir çatışmaya dönüştü. Kabul etmek gerekir ki Alman kamuoyu AK Parti’nin demokratik meşruiyetini bile neredeyse kabul etmeme noktasında. Bu arka planla yapılan yayınlarda ve siyasilerin açıklamalarında Almanya’daki AK Parti seçmeni ülkenin temel değerlerine cephe almış bir kitle olarak görülüyor. Bu da Almanya’da yaşayan Türkler’in çoğunluğuna tekabül ediyor. Küçümsenemeyecek ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Algı operasyonu diye geçiştirdiğimiz bu durum, günlük hayatta çok ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor. DİTİB gibi bu zamana kadar genel kabul gören en büyük dini organizasyonun meşruiyetinin tartışmalı hale gelmesi, Berlin’de komik bürokratik engellerle Türkçe dersi verilmesinin engellenmeye çalışılması akla gelen ilk örnekler.

Krizin sürmesinin en büyük mağduru Almanya’da sayıları yaklaşık 3 milyona varan Türkler. Krizin Türkiye’ye en azından ekonomik olarak vereceği zararlar da ortada. Almanya’da yaşayan Türkler bu anlamda her iki ülkenin ‚‘kullanacağı bir koz’ olmaktan ziyade, krizin aşılması ve bir daha böyle bir krizin yaşanmaması için en önemli neden. Ne Almanya’nın ne Türkiye’nin Almanya’daki Türkler’in beklenti ve hassasiyetlerini göz ardı etmek gibi bir lüksü olabilir.

BİR SKANDAL NASIL SKANDAL OLUR?

Gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda Sabah gazetesi adına İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily’i Berlin’de ziyaretini takip ediyordum. Bakanların basın toplantısı yapacağı salona alınmıştık. Bakanları beklerken Türk gazetecilerin telaşla salondaki Türk bayrağının resmini çektiklerini fark ettim. Sorun, Türk bayrağında ilk bakışta fark edilemeyen simetrik bir hatanın olmasıydı. Gazeteciler arasında skandal laflarının döndüğünü duydum. Ertesi gün bazı gazetelerde olay küçük de olsa‚ ‘Bayrak skandalı’ olarak verildi. Şahsi algım ortada bir skandal olmadığı yönündeydi. Aynı günün akşamı tesadüfen Berlin Büyükelçiliği’nde görev yapan bir diplomatla bir restoranda karşılaştım. Kendisine bu bayrak meselesinin diplomatik olarak gerçekten skandal olup olamayacağını sordum. “Size bağlı” demişti. “Medya gerçekten bundan bir skandal çıkarırsa skandaldır.’’

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.