Çocuk yok, ev var araba var
Çok ilginç bir ülkemiz var. Ülkemizin ekonomisi ve sosyal durumu herkesi memnun edecek bir yapı sergiliyor. Bir taraftan bakarsanız fakirlik-yoksulluk almış başını gidiyor ama diğer yandan bakarsanız acayip zenginlik içindeyiz.
Nasıl zengin olmayalım ki; mesela kasım ayında 75 bin 865 ithal otomobil satın almışız. Ekim ayı itibari ile son 12 ayda 743 bin 163 ithal otomobile 21 milyar 237 milyon dolar ödemiş ülkeyiz. Bu tutar daha 3 yıl önce 6 milyar doların altındaydı.
İthal otomobilde araba başına ödediğimiz fiyat, yani ithal her 1 otomobilin değeri ise 2022 yılında 18-19 bin dolar seviyesindeyken şimdi 29 bin dolar sınırına dayanmış. (Ekim ayı itibari ile son 1 yılda ithal ettiğimiz otomobilin fiyatı 28.577 dolar)
Bakın burada ne anlaşılıyor. Hem daha çok otomobil ithal ediyoruz hem de ithal ettiğimiz otomobiller daha pahalı yani daha lüks.
Neden ithal etmeyelim ki, şu anda kişi başına gelirimiz 18 bin dolar sınırına dayanmış durumda. Daha 3 yıl önce kişi başına gelirimiz 10 bin dolardı. (2022:10715 $ ve 2025-III.Ç: 17.924 $)
Sadece araba mı alıyoruz?
Haziran 2024’de 12 aylık konut satışı 1 milyon 205 binken şimdi (Ekim 2025) 1 milyon 659 bine çıkmış durumda. Konut satışı hızlandığı gibi peşin satışta hızlanmış. Eski yıllarda (2013-14’lerde) her 100 konutun 60-65’şi peşin satışken şimdi bu oran yüzde 85’lerde seyrediyor.
Kısaca parası olan konut alıyor ve parası olan araba alıyor.
Ev alıyoruz araba alıyoruz ama çocuk yapamıyoruz. TÜİK’in son verisine göre bu yıl doğan çocuk sayısı 863 binlere düşecek. Oysa daha 10 yıl önce ülkemizde doğan çocuk sayısı 1 milyon 351 bindi. Eski doğum sayısını yakalamak için doğumlarda %56 artış gerekiyor.
Sadece doğum sayısı mı düşüyor? Bakınız artan nüfusa rağmen doğum sayısı düşüyor… Çünkü doğum oranı daha sert ve hızlı geriliyor. 2014 yılında 2,19 olan doğum hızı şimdi 1,36 olacak. Bu oran 2023 AB ortalaması 1,38’in bile altına düşeceğimize işaret ediyor.
Türkiye 2018 yılında AB ülkelerinde ilk sıradayken şimdi AB ortalamasının bile altına düşme sınırına gelmiş durumda.
Nüfus felaketimizi sadece bebek sayısından değil bir de yaşlı nüfus seyrinden görebiliriz. 0-5 yaş bebek nüfusumuz 2018 yılında 7 milyon 777 bin iken şimdi 6 milyon 267 bine geriledi. 2018 yılından beri bebek nüfusta 1 milyon 510 bin azalma yaşadık. Lakin şunu unutmayın; bu sayılar 2024 yılı verileri… 2025 yıllık veriler açıklandığında durumun daha büyük bir felaket olduğunu anlayacağız.
2018 yılında 65+ yaş nüfus 7 milyon 186 bin ile bebek nüfusun gerisindeydi. Ya da şöyle söyleyelim: 2018 sonrası bebek nüfus 1.510 bin düşerken 65+ yaş nüfus 1.926 bin artarak 9 milyon 112 bine çıktı. Artık bebek nüfusun yaşlı nüfusa oranı %68,2 değil %145,4’e çıkmış oldu.
Hızla yaşlanıyoruz ve toplumda ayrışma giderek büyüyor.
Yaşlı ve fakirler yaşam mücadelesi verirken TV’lerde seyrettiğimiz Türkiye bambaşka… TV’lerdeki dizilere bakarsanız sanırsınız ki herkes yalılarda yaşıyor, herkes zevk aleminde sefa sürüyor.
Burada bir hatırlatma yapayım: Fatih Altaylı hapishaneden iş dünyasına sitem etmişti… O sitemi bir adım ileri taşıyalım ve film sektörünü de buna ekleyelim.
Ekranlarda seyirciye yedirilenler hiç hazmedilecek şeyler değil. Özellikle gündüz kuşaklarında hem de iktidar kanallarında en rezil olaylar sıradanmış gibi millete seyrettiriliyor. Galiba 5. Kol faaliyeti gibi bir şey.
Toplumun temel değerleri ve temel sorunlarını sadece muhalif görünen yerlerden izleyebiliyorsunuz. Film ve dizilerde ise hiç eser yok.
Ülkemiz tam bir çarpıklıklar ülkesi oldu dedik ya. Örneğin konut satılıyor ama ev sahipliği oranı düşerken kiracılık oranı hızla artıyor. 2013 sonrası kurulan 7 milyon üzeri yeni hanenin yarısı kiracı… Otomobil satılıyor ve trafik kilit ama otobüse bile binmenin maliyetini hesaplayan diğer kesim hızla büyüyor.
Lüks lokantalar dolarken ucuz esnaf lokantaları kepenk indiriyor. Oysa bu ülkede ucuzluk kazandırması gerekirken tersine pahalılık kazandırıyor. İktisat bilimini alt-üst eden bir süreç yaşıyoruz.
Çürümüşlük ve ayrışma zirveye varmış durumda. Adeta toplumun altında feci bir ateş yakıldı ve kaynama bekleniyor. Bunu gerçekleştiren tüm adımlar ise iktidar tarafından yapılıyor. Neden derseniz ben de bilemiyorum.
Mesela asgari ücreti tartışıyoruz bu günlerde. Daha 1 ay önceden yazdım: Sakın ola sakın asgari ücreti 30 bin liranın altında tutmayın dedim. Tutmayın dedim çünkü sosyal sorunlar başlar… Yani iktidarı uyarıyorum burada.
Bakın net söyleyeyim: Bu ülke bizim… Bazı meseleler iktidar meselesi değildir; ülke meselesidir. O nedenle bu yazdıklarımı farklı açıdan değerlendiriniz. Bugün ülkemizde iktidar değişmesini ele almadık; ayrışmanın geldiği noktada ülkemizin kanayan büyük yarasını ele aldık. Bu sorunlar iktidar değişse de yakamızdan düşmeyecektir. Herkes tehlikenin farkına varmalıdır… Umarım bir gören vardır.

