Müzelik bir müzede bir gece…
Ankara Ulucanlar Cezaevi Cumhuriyet’in ilk cezaevi.
1925 yılında başkent Ankara’yı planlamak için çağrılan Alman şehir planlamacısı Carl Christoph Lörcher’in önerisiyle açılmış.
Lörcher, Türkiye’den Almanya’ya döndüğünde Nazi partisine girdi, Naziler iktidara gelince de Alman Mimarlar Birliği başkanlığı yaptı.
Belki onun uğursuz eli değdiği için olacak bu cezaevi Türkiye tarihinin en büyük utançlarına ev sahipliği yaptı.
Cezaevi açıldıktan bir yıl sonra meydanında kurulan ilk darağacında İskilipli Atıf Hoca ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca asıldı.
Birkaç ay sonra da Atatürk’e İzmir Suikastı için Maliye Nazırı Cavit Bey ve Dr. Nazım Bey…
Tek parti iktidarına muhalif gazeteciler, siyasetçiler, edebiyatçıların yolu buradan geçti.
Zekeriya Sertel, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Halikarnas Balıkçısı, Ahmed Arif bir süre burada yattı.
DP iktidarında da kötü şöhreti değişmedi.
1957’de TBMM’ye hakaretten tutuklanan muhalefet lideri Osman Bölükbaşı hapse atılınca, onun için Hilton Koğuşu lakaplı Ankara manzaralı yeni bir koğuş yapıldı.
O koğuşa 71 yaşındayken Ahmet Emin Yalman, İnönü’nün damadı Metin Toker de bu koğuştan Ankara’ya baktı.
İki kere darbeye teşebbüs eden Albay Talat Aydemir ile Binbaşı Fethi Gürcan, 10 yıl sonra Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ve 10 yıl sonra Erdal Eren, Necdet Adalı, Mustafa Pehlivanoğlu da burada idam edildi.
Uçurtmayı Vurmasınlar filmi de burada çekildi, Hayata Dönüş Operasyonu’nda 10 kişi de burada öldürüldü.
1925’den 2006’ya kadar açık kalan cezaevi 2011’de müze olarak yeniden açıldı.
Aslında 2011’de bütün bu karanlık geçmişi müzeye kaldırmak gibi bir iyiniyetle müzeye çevrilmişti.
Cezaevinde kalan isimlerin seçiminde çeşitlilik gözetilmiş.
Sosyalistler, İslamcılar, Kürtler, Nurcular, Ülkücüler, CHP’liler, anti-CHP’liler herkesin yolu buradan geçmiş.
Yılmaz Güney, Oral Çalışlar, İpek Çalışlar, Said Özdemir, Mustafa İslamoğlu…
Leyla Zana, Orhan Doğan…
Cezaevinin bir duvarında Necip Fazıl’ın, hemen yan duvarında Nazım Hikmet’in şiiri yerleştirilmiş.
Mazlum-Der’in 2025 İnsan Hakları Ödülü’nü verdiği Sırrı Süreyya Önder de 1985’de burada 11 ay yatmış.
2011’de cezaevindeki ranzalardan birine konan hikayesi, 2017’de yeniden tutuklanınca kaldırılmış. Hala yok.
Müze halindeyken bile siyasetin gölgesinin üzerinden kalkmadığı bir yer burası…
Müzeye okullardan öğrenciler getiriliyor, ülkenin bütün yazarlarını, siyasetçilerini, gazetecilerini hapse atmış bir ülkenin vatandaşı olduklarını öğreniyorlar.
Bu okulda öğretilmeyen temel bir vatandaşlık bilgisi.
Mahkumların balmumu heykellerinin olduğu hücrelere kafalarını uzattıklarında işkence sesleri duyuluyor, sonra bir darağacı önünde selfieler çektirilerek tur tamamlanıyor.
Peki bu müzenin ziyaretçilerine mesajı ne bugün?
Eğer bütün bu karanlık geçmiş gerçekten de müzeye kaldırılabilmiş olsaydı ibretlik bir mesajı olabilirdi müzenin.
Ama şimdi bu ibretlik müzeyi gezen insanlar çıkışta bu müzede teşhir edilen ayıpların bir kısmının işlendiği bir ülkeye geri dönüyorlar.
Evet işkence ve idam artık yok. Ama hala cezaevleri bu müzede sergilenen çeşitlikte siyasetçi, gazeteci, yazar, siyasi mahkum dolu.
O halde bu müzede artık devletin ayıplayarak sergilediği ne?
Bu müzere bugün sadece 1925-2006 yılları arasındaki eski Türkiye’yi anlatan bir müze değil, burası aynı zamanda 2011 yılında büyük ümitler beslenen Yeni Türkiye’yi de anlatan bir müze.
Bu müze açılırkenki hevesler ve heyecanlar da artık bu müzede sergilenenler arasına katılmış.
Önceki akşam bu müze o hevesleri ve heyecanları hala taşıyan bir kalabalığa ev sahipliği yaptı.
Mazlumder’in 2025 yılı İnsan Hakları Gecesi Ulucanlar Müzesi’nde yapıldı.
Ankara’nın soğuk bir cumartesi akşamı salon tıklım tıklım doluydu.
Mazlumder, Türkiye’de İslami camianın ilk hak örgütü. 1991 yılında hiçbir gruba, cemaate, örgüte bağlı olmayan bir grup avukat, gazeteci, akademisyen, işinsanı tarafından kurulmuş.
AK Parti’den 10 yıl önce.
O yıllarda bütün Türkiye’de Özal’ın ve Sovyetlerin çöküşünün etkisiyle demokrasi ve sivil toplum rüzgarları ediyordu.
Sonra Kürt meselesi, Bosna savaşı, Çeçen savaşı, 28 Şubat, başörtüsü yasakları, AK Parti iktidarı derken…
Mazlumder bugün 34 yaşında.
Artık gençlik yıllarında bu örgüte girmiş insanların saçlarına aklar düşmüş. Yeni kuşaklar gelmiş.
Derneğin insan profili tuzu kuru orta ve üst sınıf aktivistlerden, entelektüellerden oluşmuyor.
Avukatlar, öğretmenler, küçük memurlar, esnaflar, ev hanımları var. Bu insanları insan hakları aktivisti yapan devlet olmuş.
Töreni beklerken bugün gevşek dillerde yetmedi mi nidalarıyla anılan gerçek 28 Şubat mağdurlarıyla sohbet ediyoruz.
Başörtüsü yasakları yüzünden bütün hayat akışı değişmiş kadınlar da var, meşhur 28 Şubat’ın Sincan’daki Kudüs Gecesi için yargılanmış isimler de…
Ama geçmişe dair öfkeleri bugün onları intikamcı yapmamış:
“Bir sürü büyükelçi çağırmıştık. Sadece İran Büyükelçisi geldi. Girişte alkışlandı çok. İrancılık güçlüydü o zamanlar. Bazı gereksiz heyecanlı konuşmalar da yapıldı. Devletin tedirgin olması normaldi ama sonuçta bir gecelik bir etkinlikti. Onu vesile yaptılar. Ama o zamanlar bizi yargılayan yargı meğer insaflıymış. Sadece bir kişiye 13 yıl verdiler, geri kalanlar daha az cezalarla kurtuldu. 28 Şubat yargısının bile bugünkünden ölçülü olabileceği hiç aklıma gelmezdi.”
Karşı mahalleyle diyaloğun bile imkansız olduğu zamanlardan hatıralar dinledik:
“ İzmir’de oturduğumuz evin tam karşı dairesinde bir aile vardı. İki çocuğumuz o evde doğdu. Balkonlarımız birbirini görüyordu. Çocuk sesi duydular, bezlerinin asıldığı gördüler. Bir kere hayırlı olsun bile demediler. Selam vermediler. Çünkü eşim başörtülüydü. Sonra bir gün onların ailesi bir kaza geçirdi. İki evlatlarını kaybettiler. Başsağlığına gittik yıllar yıllar sonra, komşumuz “ Böyle mi tanışacaktık” dedi.”
Böyle geçmşlerden gelen insanların doldurduğu salonda yapılan konuşmalarda ise bu kötü hafızların, “adil şahitliğe” engel olmadığını gördük.
Bugün yaşanan hukuksuzluklar adı verilerek konuşuldu. Siyasetçilerin, gazetecilerin tutuklu olması da eleştirildi, KHK meselesi de göç idaresinde mültecilere ve yabancılara yapılanlar da.
Kürtçe anadilde eğitim haktır da dendi, Osman Kavala neden hapiste de.
90’larda büyük heyecanlarla “mazluma kimliği sorulmaz” diye yola çıkan insan hakları aktivistleri, 2011’de bu hapishanenin müze olması gibi katarsis anları da yaşadıkları, galiba oluyor ümidine kapıldıkları bu hikayenin finalinden rahatsız.
Bugün küfür gibi kullanılan gerçek “siyasal İslamcıların” doldurduğu salona hukukun geldiği son halin hayal kırıklığı hakim.
Kimse sözünü saklamıyor da…
Bu yılki ödüller ise küresel hak aktivistlerinin yüreğinin çarptığı Gazze ve Türkiye’deki tek iyi haber olan çözüm süreci merkezli olarak verildi.
Müzelik olmuş bir dönemin ruhunu koruyan insanların dolduğu salonda Sırrı Süreyy Önder, Meclis Komisyonu, Sumud Filosu, Richard Falk ile birlikte basın dalında Serbestiyet de ödül aldı.
90’lardan bugüne taşınmış bir miras Mazlumder, bugünlerden de geriye kalacak az sayıdaki başı dik kurumdan da biri olacak.
