Akademik dünyada “Tezsiz tez” geleneğimiz

Mustafa Öztürk

Prof. Dr. Hüsamettin Arslan Epistemik Cemaat ismiyle yayınlanan doktora tezinin ikinci baskısına yazdığı önsözde şöyle der: “Üniversitelerimizde revaçta olan şey ‘tezsiz tezler’ yazmaktır. Eğer bir tezin içinde tezi yazanın kendisi yoksa o tez ‘tezsiz tez’dir; beş para etmez. Araştırmacının tezinde kendisi yoksa tezi de yoktur. Bir tezde tezi yazanın kendisi yer almıyorsa, bahis konusu tez hangi anlamda o kişinin tezi olabilir! Tezler problemlerin formülasyonlarıdır ve bir problemi formüle ederek teze dönüştürmek gerçekten zordur. Eğer bir tezin satır aralarında, birikimi, önyargıları, dünya görüşü, değerleri, gelecek projeksiyonları, kendi disiplinine yönelik kabulleriyle birlikte yazarının kendisini göremiyorsanız, o tez ‘tez’ değildir. Fakat Türkiye’de akademik hayat ‘objektivizm’ mitinden mustariptir ve herkes sizden ‘objektif’ bir tez yazmanızı bekler. Objektif tez, içinde yazarının yer almadığı tezdir; çünkü eğer yazar metninde yer alıyorsa, dogma böyle işler, tez ‘sübjektif’ olacak ve ‘bilimsel’ hiçbir değeri olmayacaktır. Elinizdeki metnin, sahiden varsa, erdemi, yazarının metnin içinde yer alıyor olmasıdır ya da elinizdeki metnin erdemlerinden biri budur.”

***

Kısa bir süre önce Türkiye’nin gündemine düşen ve entelektüel camiayı hayretlere sevk eden bir doktora tezi, “tezsiz tezlerin şahı” denebilecek hüviyettedir. “XIX. yüzyılda Osmanlıyı Ziyaret Eden Yabancı Yazarların Eserlerinde Osmanlı Hayatı” başlıklı bu tez(!) gerçekten ibretliktir. Doktorant (şimdi yardımcı doçent) zatın yaptığı iş, yazılı bir esere fihrist veya indeks hazırlamaktan pek fazla bir şey değildir. Daha açıkçası, bu zat 19. asırda Osmanlı’yı ziyaret eden yabancı yazarlara ait birkaç kitap belirleyip bu kitaplarda zikri geçen âlet-edevat, yiyecek, giyecek isimlerini, şahıs ve hayvan adlarını alt alta sıralamış, fakat bu kadarla yetinmeyip, sözgelimi baklagiller familyasına mensup yiyeceklerin bu birkaç eserde kaç kez geçtiğini, “kuru fasulye: 5, nohut: 6” şeklinde kaydetmiş ve böylece tezi tamamına erdirmiştir. Savunma aşamasında ise beş kişilik jüri bu malzemeyi tez olarak kabul edip sahibine “doktor” payesi vermiştir ki bu durumda, Ankara Okulu Yayınları’ndan yayımlanan yüzlerce kitabın içindekiler ve indeks kısımlarını hazırlayan Zeynep Özger Hanımefendi’ye de belki 400 kere doktor unvanı verilmesi gerekir, dersek herhalde çok yanlış bir şey söylemiş sayılmayız.

Bereket versin ki İlahiyat alanında bugüne kadar böyle bir garabetle henüz karşılaşmış değiliz. Bununla birlikte genel olarak temel İslâmî ilimler sahasında, özel olarak tefsir alanında tezli tezlerden çok, tezsiz tezler ürettiğimiz gerçeğini de teslim etmeliyiz. Nitekim bu gerçek 24-26 Kasım 2017 tarihlerinde İlim Yayma Vakfı Kur’an ve Tefsir Akademisi tarafından İstanbul’da düzenlenen “Kur’an Araştırmalarında Akademik Tefsir Tezleri-Batı ve İslam Dünyası Mukayesesi” konulu uluslararası sempozyumda da maalesef teyit ve tescil edilmiştir. Kur’an ve tefsir alanında tezli tez üretmek icat, ibda, ihdas gibi büyük iddialar peşinde koşmak, tabir caizse Amerika’yı yeniden keşfe koyulmak anlamına gelen bir şey değildir; fakat bu alanda tezli tez diye anılmayı hak edecek bir çalışmanın en azından bir boşluğu doldurması, ihtilaflı bir konuyu az çok açıklığa kavuşturması veya tarihin perdelediği bir âlim veya eseri gün yüzüne çıkarıp tanıtması gibi bir işlev görmesi de gerekir. Oysa tefsir alanındaki sayısız tez, kelimenin tam manasıyla tezsiz tezdir. Sözgelimi, Ebüssuûd Efendi’nin İrşâdü’l-Akli’s-Selîm adlı Kur’an tefsirinden on civarında, belki daha fazla sayıda lisansüstü tez üretilmiştir. Merhum Abdullah Aydemir 1980’li yılların başında yayımlanan Büyük Türk Bilgini Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu adlı çalışmasıyla Ebüssuûd tefsirinin genel nitelikleri ve İslam ilim geleneğindeki yeri hakkında söylenecekleri söylemişken, o yıllardan bugüne kadar aynı eser üzerine tekrar tekrar tez çalışması yapılmasının ve her bir çalışmaya üç-dört yıl emek harcanmasının ne anlamı olabilir?

***

Zaman, kaynak ve emek israfından dolayı İlahiyat akademyasında üretilen tezlerden ne bir ilmî gelenek oluşmakta ve ne de bir ilim-fikir mimarisi ortaya çıkmaktadır. Tezlerimiz maalesef her biri ayrı yere istif edilmiş inşaat malzemeleri gibi durmaktadır. Oysa meşhur Alman şarkiyatçı Theodor Nöldeke Kur’an tarihi alanında Geschichte des Qorans adlı bir doktora tezi -ki bu tezin özgün dili Latince’dir- hazırlamış ve bu eserin genişletilmiş ikinci baskısı Friedrich Schwally, Gotthelf Bergstraesser, Otto Pretzl gibi üç meşhur şarkiyatçının Kur’an tarihi alanında yetişmesine ve aynı zamanda bir geleneğin teşekkülüne vesile olmuştur. Akademik ve ilmî alanda tezli tez üretebilmek için, her şeyden önce problem teşhisinde bulunabilecek bir zihin ve fikir alt yapısına sahip olmak, zorunlu şarttır. “Dostlar alışverişte görsün” modunda çalışmanın ilim dünyasına ihanet olduğunu bilmek ve eğer tutkuyla çalışma iştahı yoksa derhal başka bir işle meşgul olmaya karar vermek de ikinci şarttır. Akademik ve ilmî dünyada kuşkusuz başka şartlar da vardır ama burada yerimiz dardır. Zannımca, mesele az çok anlaşılmıştır.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (29)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.