‘Hasretinden prangalar eskittim’

Yusuf Ziya Cömert

Der demez Ahmet Arif’i hatırlıyoruz değil mi?

Devlet, acayip bir şey. Faydalı tarafları var. İyi kötü bir kamu düzeni sağlıyor. Hele iyi niyetli, merhametli bir devlet olursa, insanları mutlu da edebiliyor.

Böyle bir devlet mümkündür, neden olmasın?

Ahmet Arif’i 1951’de tevkif etmişler. 128 gün işkence etmişler. Kendisi yazıyor.

Hadi lüzum gördün, tevkif ettin. Niye işkence ediyorsun? Ne merhametsiz devletsin sen?

Üç seneden fazla hapis yatmış Ahmet Arif.

Ahmet Arif’in biyografisini okurken gözümün önünden geçti. Devlet, Sabahattin Ali’yi bir kamyoncuya öldürttü. Olacak iş mi bu?

Neyse, konumuz şiir. Devlet işlerine fazla bulaşmayalım.

Ben, Ahmet Arif şiirini erkence gördüm. Daha ilk gençliğimde...

Bayıldım.

Mahpushane, hiç kimsenin şiirinde Ahmet Arif’in şiirindeki kadar yoktur.

Evet, çoktur ‘zindan’ şiirleri.

Necip Fazıl’ın ‘Zindandan Mehmet’e Mektup’u büyük şiirdir.

Ama zindan, Ahmet Arif şiirinin neredeyse her tarafındadır.

Yani, hiç kimsenin şiirine zindan, Ahmet Arif’e işlediği kadar işlememiştir.

***

Biz, Yusuf Er, Hasan Hamidoğlu ve ben, gece, sokaklarda mırıldanırdık.

“Aç kaldım, susuz kaldım

Hayın, karanlıktı gece

Can garip, can suskun, can paramparça...

Ve ellerim kelepçede,

Tütünsüz uykusuz kaldım

Terketmedi sevdan beni.”

Şarkı değildi mırıldandığımız. Daha hiç biri bestelenmemişti Ahmet Arif şiirlerinin. Düz söylerdik.

“Haberin var mı taş duvar/Demir kapı, kör pencere/Yastığım, ranzam, zincirim/Uğruna ölümlere gidip geldiğim/Zulamdaki mahzun resim/Haberin var mı?/Görüşmecim Yeşil soğan göndermiş/Karanfil kokuyor cigaram/Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...”

Doğru, biz hapis yatmamıştık. Ama, içimizde bir ‘isyan’ vardı ve galiba kendimizi mahpus sayıyorduk.

(Akif İnan, Eskişehir’de MTTB’nin salonunda “İslam dünyası bir milyarlık bir hapishanedir” dediği zaman nasıl alkışlamıştık.)

Belki bundandı Ahmet Arif’in şiiriyle ünsiyetimiz.

“Hasretinden prangalar eskittim.”

Ne kuvvetli bir şiir sesi!

Bu mısraıı söylemenin bile bir ‘fiyaka’sı vardı.

“Dost yüzlü

Dost gülücüklü

Cıgaramdan yanar

Alnım öperler

Suskun, hayın, çıyansı

Dört yanım puşt zulası”

***

‘Zula’yı bilirdik ama, Ahmet Arif’in şiirini okuyunca daha iyi anladık.

Hep mahpushane mi? Değil.

Dağlar, doğunun dağları.

Ve bir uçtan bir uca, Anadolu.

Fakat, görüyor musunuz? Her şair kendi Anadolusunu yazıyor, aynı topraklara baka baka...

Aynı Anadoluyu yazabilir miydik?

Zor görünüyor. Ama yazabilsek iyi olurdu.

Adamlar var, Ahmet Arif’in şiirlerinde.

“Vurun ulan/Vurun/Ben kolay ölmem/Ocakta küllenmiş közüm/Karnımda sözüm var” diyen adamlar.

Yiğit. Başı belada. İnce, güzel.

“Yakışıklı, hafif süvari.”

Ben Ahmet Arif’in adamlarını bazen Cahit Zarifoğlu’nun adamlarına benzetirim.

Ahmet Arif’inkiler, Zarifoğlu’nun adamlarından daha isyankar.

Zarifoğlu’nunkiler zalim değil. Arif’inkiler mazlum.

Bu fark, demin değindiğim ‘Anadolu’lar arasındaki farkı biraz andırıyor.

(İman farkı mıdır, adamlar arasındaki fark? Düşünmek lazım.)

İki adam da kötü değil. İyi adamlar. Buluşabilirler miydi acaba, bir şiirde hiç olmazsa...

“Kirvem hallarımı aynı böyle yaz/Rivayet sayılır belki/Gül memeler değil/Domdom kurşunu/Paramparça ağzımdaki...”

Kültürel atmosferimizle ilgili bir gerçekliğe işaret ederek Ahmet Arif bahsini kapatayım.

80’lerdeydi galiba... İbrahim Tatlıses’in söylediği ‘Domdom Kurşunu” türküsü, Arif’in şiirindeki ‘Domdom Kurşunu’nu ezdi geçti.

Fakat, türküdeki ‘domdom kurşunu’nun saltanatı kısa sürdü.

Ahmet Arif’in şiiri duruyor.

Gerçek sanat, böyle bir şeydir işte.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (12)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.