Maça mağlup başladık ama yeneriz

Yusuf Ziya Cömert

El-Şark’ın Londra’daki programı bana iyi bir gözlem imkanı verdi.

Bu çalışmalara akademik alemden, sivil kuruluşlardan bulundukları çevrelerde etkili insanlar davet ediliyor.

Bu davetliler hem orada konuşan Türkleri dinliyorlar hem de kendi görüşlerini beyan etme imkanı buluyorlar.

Benim merak ettiğim, bizimkiler nasıl anlatıyor? Onlar açısından anlaşılır bir şey söylüyorlar mı?

Bir de onların kafası bizimkilerin söylediklerini anlamaya müsait mi?

Elbette ‘kafasız’ değiller, yani bir ‘zeka sorunu’ değil sorun. Fakat doğru bir şey, doğru bir dille söylendiğinde anlamaya istekliler mi?

Darbe günlerinde bizi anlamadıkları ortadaydı. Geçen yazımda belirttiğim gibi devrilseydik mutlu olacaklardı.

İlk izlenimim. İki buçuk ayda belli bir mesafe alınmış.

Toplantıdaki İngilizlerden ‘FETÖ’ kısaltmasını kullananlar dahi oldu. Yani darbeyle darbeyi yapan örgüt arasındaki irtibat az-çok kurulmuş.

Bizimkiler de Batılılar nezdinde etkili olacak, alaka uyandıracak dili eni-konu bulmuşlar.

Taha Özhan, Galip Dalay, Fuat Keyman, Sabiha Şenyücel Gündoğar, Mesut Özcan… Hatta bir ara müzakereye katılan Ceren Kenar… Oldukça iyiydi.

Her şey dört dörtlük mü şu halde?

Maalesef değil.

Biz kendi tezimizi kaç kişiyle anlatıyoruz?

Anlatabilecek donanıma sahip kaç insanımız var?

Söyleyeyim. Sayıca azız. Hem aklı erecek hem Türkçe’nin dışında bir dilde aklının erdiğini bu teze sahip çıkarak anlatabilecek siyasetçi, ilim adamı sayımız yetersiz.

Profesörlerimiz bile lisan bilmiyor. (Elbette ilmiyle profesör olanları tenzih ediyorum.)

Bu vasıflara sahip olan insanları –az da olsalar- mobilize edebiliyor muyuz? Yani gerekli zeminleri oluşturup, mevcut insan kaynağından verimli bir şekilde istifade edebiliyor muyuz?

Hayır.

Devlet ağırlığı, devlet zihniyeti böyle çalışmaların gerektiği kadar hızlı ve etkili yapılmasına mani oluyor.

Yani bu iş, memur işi değil.

Memurları küçümsemiyorum. Onlar da lazım. Fakat siyasi ve sivil inisiyatif olmazsa olmaz.

Gerçeğimiz şudur: Karşımızda yaklaşık yüz elli ülkede faal, kamuoyunu etkileyecek vasıtalara az veya çok sahip bir örgüt var.

Akademisyenlere, eski politikacılara yazı yazdırabiliyorlar, bu yazıları etkili gazetelerde, dergilerde yayınlatabiliyorlar.

Üstelik memur zihniyetiyle değil, can havliyle çalışıyorlar.

Mezhepleri, her türlü üçkağıtçılığı, her türlü manipülasyonu yapmaya müsait, yapıyorlar da…

Muhatapları bizim anlattıklarımızı değil, onların anlattıklarını anlamaya daha yatkın.

Bu durumda ufak-tefek, amatör çabalarla sonuç almak çok zor.

Eldeki ‘insan kaynağı’na kıymet vermek lazım.

(Halbuki bizde bu sınırlı insan kaynağını -kıymet vermek şöyle dursun- hırpalamaya yatkın tipler çok.)

Eldeki potansiyeli teşvik etmek lazım. Devlet yapabiliyorsa bunu yapsın, teşvik etsin.

Biz aslında maça bir sıfır, iki sıfır mağlup başlıyoruz.

Adamların Gezi hadiselerinden beri biriktirdikleri, bir kenara yığdıkları sermayeleri var.

Paradan bahsetmiyorum. Elbet paraları vardır da… Biriktirdikleri, bizim dünyamıza karşı antipati.

Ne demişti Fuat Keyman? ‘Erdoğanofobi.’

Paralel de çok çalıştı bu sermaye için.
Mamafih maça mağlup başlamamıza rağmen avantajlıyız.

Şeytanı yenebiliriz.

Bizim tezimiz sağlam: Adamlar aşikare darbe yaptılar.

Tanklarla, tüfeklerle, F 16’larla adam öldürdüler.

Bu, görülür ve anlatılabilir bir gerçektir.

Bu gerçeği tembellik ederek, lüzumsuz işlerle uğraşarak heba etmek büyük haksızlık olur.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.