Görüşler

Kadına yönelik şiddetle mücadele ve İBB yerel eşitlik eylem planı

Kadına yönelik şiddetle mücadele ve İBB yerel eşitlik eylem planı

İBB Sosyal Hizmetler Daire Başkanı Yavuz Saltık “Kadına yönelik şiddet makro politikada hayata değil diskura dair bir mesele” değerlendirmesinde bulunuyor.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı’nın açıkladığı 2020 yılına ait verilere göre kadına yönelik şiddet özellikle pandeminin ilk aylarında arttı fakat bu artış sayın Bakan’ın deyişiyle “tolere edilebilir” düzeylerde . Belli ki bakanlık şiddetin artmasını pandeminin yarattığı şok ve strese bağlıyor, artış oranını ise göz ardı edilebilir buluyor. Ancak, pandemi erkeklerde olduğu kadar kadınlarda da, hatta artan bakım emeği yükü sebebiyle daha çok kadınlarda strese sebep olurken sadece kadına yönelik ev içi şiddetin artmış olmasını ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile açıklayabiliriz. İstanbul Sözleşmesi de kadına yönelik şiddetin temelinde herhangi bir psikolojik faktörün değil doğrudan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yattığını deklare ediyordu.

Türkiye’de kadına yönelik şiddetin boyutlarına dair kapsamlı bir şekilde en son 2014 yılında araştırma yapılmış. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün 2008 yılında yaptığı araştırmanın takipçisi olan ve Türkiye’de kadına yönelik şiddete dair resmi tamamlayacak veriler sunan 2014 tarihli bu araştırma daha sonra hükümet dahil olmak üzere resmi makamlarca referans verilen tek çalışma olmuştur. Örneğin, 2021-2025 Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele IV. Ulusal Eylem Planı’nda da dayanılan tek veri kaynağı söz konusu araştırmadır.

SÖZLEŞMEDEN ÇEKİLMENİN ETKİSİ

Bu durum Türkiye’de kadına yönelik şiddete dair büyük bir veri açığı olduğunu gözler önüne seriyor ve çocuk işçiliği, seks işçiliği, madde bağımlılığı gibi daha pek çok kritik alandan biliyoruz ki veri açığı daima sosyal politika açığını doğuruyor. Şiddetle mücadele politikalarının uygulamadaki yetersizliğine rağmen bir yol haritası sunan ve bu yol haritasını uluslararası hukukla temellendiren İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararıyla birlikte şiddetin hem veri hem politika alanında daha da görünmez kılındığını söylemek mümkün.

Bugün hala kadına yönelik şiddete dair tek referans olma özelliğini koruyan araştırmaya göre her 10 kadından 4’ü eşi veya birlikte olduğu erkeğin fiziksel şiddetine maruz kalmıştı. Şiddete uğrayan kadınların %27’si hem fiziksel hem cinsel şiddete uğramıştı. Ayrıca, evlilikle şiddete uğrama riski arasında doğrudan güçlü bir ilişki saptanmıştı. Buna göre, evlenmiş kadınların %38’i yaşamlarının herhangi bir döneminde fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Yani, evlilikle birlikte şiddete uğrama riski artıyor.

Diğer yandan, kadınların eğitim düzeyi arttıkça şiddete maruz kalma risklerinin azaldığı görülmüştü. Yine de üniversite mezunu ve daha yüksek eğitimi bulunan kadınların beşte biri fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalmıştı. Dolayısıyla, yüksek eğitim görmüş olmak kadınları şiddet riskinden azade kılmıyor çünkü şiddet en temelde erkeklerin meselesi. Tam da bu nedenle, eğitim seviyesi ne olursa olsun hayatının bir evresinde evlenmiş olan kadınlar daha fazla şiddete uğramaktadır çünkü evlilik kadınları erkeklerle daha korunaksız, kapalı ve erkeklerin elini güçlendirecek bir ilişki biçimine girmeye zorlamaktadır. Ayrıca, pek çok kadının duygusal, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kaldığı Hacettepe Üniversitesi’nin araştırmasında da göze çarpan fakat yakın zamanda Mor Çatı’nın yaptığı niteliksel araştırmada farklı görünümleriyle daha net okunabilen bir gerçekliktir. Kadınların hayatlarını kontrol etmeye yönelik davranışlar, kıskançlık, kısıtlama, duygusal manipülasyon, suçluluk ve utanç hissettirmek, özgüven baltalamak gibi psikolojik ve duygusal şiddet yöntemleri kadınların maruz kaldığı oldukça yaygın şiddet biçimleridir.

Kadınların çalışmasına engel olmak, işten ayrılmasına sebep olmak, kaynakların hane içerisinde eşitsiz bölüşümü ve kadının haneye giren gelirden yararlanamaması, hane içinde ikincil yoksulluğa maruz bırakmak, çalışan kadının parasına el koymak, kadına zorla kredi çektirtmek ve borçlandırmak gibi ekonomik şiddet yöntemleri de Mor Çatı’nın söz konusu araştırmasında bizzat kadınların aktardığı deneyimlerle sabittir. Kadınlar için eşit derecede yıkıcı olan bu şiddet biçimlerinin hiçbirini dışarıda bırakmayan bütüncül mücadele mekanizmalarına ihtiyaç olsa da, şiddetin en somut ve görünür hali olan fiziksel şiddet karşısında dahi etkili çözümler hayata geçmiş sayılmaz. Ayrıca, Mor Çatı’nın araştırma sonuçlarına göre tüm bu mekanizmalar eksiksiz bir şekilde hayata geçmiş olsa dahi kadınlar ve kurumlar arasında çeşitli bariyerler bulunmakta. Bu bariyer kimi zaman eş veya eski eş, kimi zaman aile veya mahalle baskısı, kimi zaman ekonomik baskılar, kimi zaman da “çocuğun menfaati” oluyor. Tam da bu yüzden, kadınları mevcut çözüm mekanizmalarıyla buluşturmak kadına yönelik şiddetle mücadele için yeni mekanizmalar üretmek kadar hayati önem taşıyor.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDEN ÖNEMLİYDİ?

Her ay işlenen kadın cinayetlerine dair veri paylaşan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2020 yılı genel değerlendirme raporuna göre bir yılda tespit edilen kadın cinayeti sayısı 300. Yani, Türkiye’de neredeyse her gün bir kadın öldürülüyor. Yine KCDP’nin verilerine göre bu kadınların tamamı eşleri, babaları, sevgilileri, oğulları, abileri tarafından; dolayısıyla muhakkak tanıdıkları erkekler tarafından öldürülüyor. Kadın cinayetlerinin büyük bir kısmı ise kadınların bizzat kendi evlerinde işleniyor. BM Küresel Cinayetler Raporu’na göre bu küresel bir gerçeklik ve kadınlar için en güvensiz yer aslında kendi evleri. Dolayısıyla, yerel yönetimler için kadınların kentsel güvenliğini gündeme almak yeterli değil. Kadınların evlerinde güvende olmaları için gerekli destek mekanizmalarının oluşturulması hayati önem taşıyor.

Hükümetin açıkladığı 2021-2025 Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Planı da bunu tasdik ediyor ve aslında teorik olarak itiraz edilemeyecek nitelikte bir yol haritası ortaya koyuyor.

Eylem planına göre,

1) adalete erişim ve mevzuat,

2) politika ve koordinasyon,

3) koruyucu önleyici hizmetler,

4) toplumsal farkındalık,

5) veri ve istatistik kadına yönelik şiddetle mücadelede ana hedef temaları oluşturuyor.

Bu doğrultuda, 81 ilde risk haritalarının oluşturulması, hem şiddet mağduruna hem de faile dair veri tutulması ve şeffaf bir şekilde paylaşılması, şiddetle mücadeleye yeterli kamu bütçesi ayrılması ve bütünleşik politikaların hayata geçmesi, risk odaklı yaklaşım ve vaka bazlı çalışma sağlanması, 6284 sayılı kanun kapsamında koruyucu önleyici hizmetlerin sunulması, şiddet mağdurunun can güvenliğinin sağlanmasının yanı sıra sosyo-ekonomik olarak da güçlendirilmesi, etkili cezalandırma ve kurumlar arası koordinasyon gibi aslında kadın hareketinin bugüne dek savunduğu politikalara dair bir dizi taahhüt içeren eylem planının tam da İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının resmileştiği gün açıklanmış olması ise oldukça düşündürücü.

Eylem planı hükümet tarafından İstanbul Sözleşmesi’ni ikame edecek nitelikte ve hatta bir nevi “yerelleşmiş” İstanbul Sözleşmesi olarak tanıtıldı. Ancak, 216 sayfalık eylem planının öz metninin hiçbir yerinde “toplumsal cinsiyet eşitliği” tanımı geçmemektedir.

Her belgenin bir ruhu vardır. İstanbul Sözleşmesi’nin ruhunu ve felsefesini oluşturan temel bileşen ise toplumsal cinsiyet eşitliği vurgusudur. Buna karşı, kadınların şiddetten korunmasına dair itiraz edilemeyecek önlem ve çözümler ortaya koysa da hükümetin açıkladığı eylem planının felsefi olarak böylesi bir eşitlik anlayışına dayanmadığı çok açıktır. Böylece, ortada zaten İstanbul Sözleşmesi’nin de hükmettiği kadına yönelik şiddetle mücadele yöntemlerinden bir seçkiyi bu yöntemlerin köklendiği toplumsal cinsiyet eşitliği felsefesinden koparıp köksüz bir metinde yeniden taahhüt etmek dışında bir vaat görmek mümkün değil. Üstelik, bu taahhütlerin de uygulanmayacağı daha önceki üç eylem planından belliyken böylesi bir hamlenin yapılması kadına yönelik şiddetin yalnızca ideolojik çarpışma alanı olarak görüldüğünü tekrar göstermiştir.

NE YAPMALI, NE YAPILMALI?

Özetle, kadına yönelik şiddet makro politikada hayata değil diskura dair bir meseledir. AKP bu alanda da kendinden başka bir aktöre yer bırakmamak için zaman zaman politika paketleri yayınlasa da bu politikaların uygulanmasının önüne bizzat kendisi duvar örmektedir. O zaman, kadına yönelik şiddetle mücadelenin diskura değil bizzat hayata, eşitliğe, hak temelli sosyal politika perspektifine, kamu sorumluluğuna, somut uygulamalara ve güçlü politik iradeye dayanan haliyle yerel yönetimlere çok büyük iş düşmektedir. Her şeyden önce, Belediyeler Kanunu’nun 14. Maddesine göre “Büyükşehir Belediyeleri ile nüfusu 100 binin üzerindeki belediyeler, kadınlar ve çocuklar için konuk evi açmak zorundadır”. Ancak, bu sorumluluk yerel yönetimler tarafından yeterli düzeyde yerine getirilmemektedir.

Bugün Türkiye’de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı 110, belediyelere bağlı 33, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'ne bağlı 1 ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na bağlı 1 tane olmak üzere toplam 3 bin 454 kapasiteli 145 kadın sığınma evi bulunmaktadır. Bu sayı hem mekânsal olarak eşit dağılmamakta, dolayısıyla bazı il ve ilçeleri açıkta bırakmakta, hem de kadına yönelik şiddetin boyutları düşünüldüğünde oldukça yetersiz kalmaktadır. Yerel yönetimlerin şiddetle mücadeledeki bir diğer yaygın mekanizması da Kadın Danışma Merkezleri’dir.

Bu merkezler kadınlara şiddet karşısında psikolojik, hukuki ve sosyal destek sunar. Bir diğer deyişle, Kadın Danışma Merkezleri “kadınların yaşadıklarından dolayı yargılanmadan sorunlarını paylaşabilecekleri, yaşadıkları şiddetle mücadele yolları ve yasal haklarına dair bilgi alabilecekleri ilk güvenli başvuru noktalarıdır” . Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) de benzer bir fonksiyonu üstlenmeyi vaat etse de uygulamadaki aksaklıklar kadınları güçlendirmek yerine şiddet sarmalına mecbur bırakabilmektedir.

YEREL YÖNETİMLERİN SORUMLUKLARI

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin geçtiğimiz yıl 25 Kasım’da kamuoyuyla paylaştığı Yerel Eşitlik Eylem Planı’nın 15 öncelikli temasından ilki toplumsal cinsiyete dayalı/kadına yönelik şiddet olmuştur. Bu kapsamda, İBB toplumsal cinsiyet eşitliğini öncelikle kendi kurumsal kimliğinin temel bileşeni kılmak için tüm personel ve yöneticilere toplumsal cinsiyet eşitliği, şiddet ve ayrımcılık konularında eğitimlerin verilmesi için kolları sıvamıştır. Ayrıca, tüm hizmetlerin bu perspektifle yeniden düzenlenmesi, şiddetle mücadele mekanizmalarının yaygınlaştırılması, toplumsal cinsiyete duyarlı veri ve mahalle temelli ihtiyaç haritaları ile hangi hizmetlerin nereye ve nasıl yönlendirileceğinin kadın ve çocuklar lehine yönetilmesi taahhüt edilmiştir.

Yerel yönetimler her şeyden önce kadınların kentte güvenle hareket etmesini sağlamakla yükümlüdür. Bunun için İBB ara durak uygulamasının bilinirliğinin arttırılması, otobüslerde taciz butonları, sokak aydınlatmalarının düzenlenmesi gibi pek çok kentsel güvenlik önlemini gündemine almıştır. Kadınlar için kentsel güvenlik önlemlerinin alınması kadar kadınların ev içi şiddet karşısında da desteklenmesi için hem kadın sığınma evleri, geçici/acil barınma merkezleri ve 7/24 açık cinsel şiddet kriz merkezleri gibi temel kurumsal hizmetlerin hayata geçmesi hem de can güvenliğinden endişe duyan kadınların evlerinin kilitlerinin değiştirilmesi, görüntülü diyafonların yerleştirilmesi ve pencerelerin demir parmaklıklarda güçlendirilmesi gibi basit görünen fakat hayat kurtaran teknik desteklerin verilmesi hedeflenmiştir.

İBB’nin özellikle yaygın olarak kadınlar tarafından kullanılan kurumları olan İSMEK, yeni adıyla Enstitü İstanbul İsmek ve İSADEM’lerde şiddet karşısında yasal haklar eğitimlerinin verilmesi, mahallelerde kadınlar için destek noktalarının kurulması ve şiddetin kadın yoksulluğuyla da ilişkili olduğu gözetilerek risk altındaki kadınların sosyo-ekonomik olarak da desteklenmesi gibi şiddetle mücadelede boşluk bırakmayacak şekilde bütüncül bir politik ajanda ortaya konmuştur.

Yerel Eşitlik Eylem Planı bu ajandanın tüm kadınlar tarafından izlenip değerlendirilmesini sağlayacak bir kılavuz işlevi görmektedir. Velhasıl, şiddetsiz ve sığınaksız bir dünya için öncelikle şiddeti doğuran ve kadınları sığınaklara mecbur eden toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele etmek gerekmektedir. Eşitlik billboardlarda kullandığınız iletişim dilinden tutun kurum içi istihdam politikalarına kadar yayılmadıkça anaakımlaşmayacaktır ve eşitliğin anaakımlaşması tüm kurumların, sosyal yapıların, siyasetin ve ekonominin köklendiği, şiddeti doğuran ve besleyen kurucu normları ters yüz etmenin tek yoludur.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir