Ödül almak baskıdan ziyade cesaret verici

Ödül almak baskıdan ziyade cesaret verici

Orhan Kemal Roman Armağanı’nın bu yılki sahibi ‘Kul’ adlı romanıyla Seray Şahiner oldu. Yazar, hep kadın meselesine değiniyor ve ‘erk’i eleştiriyor. Ödüllerin kendisine cesaret verdiğini belirten Şahiner “Ya daha iyi yazamazsam korkusu da getiriyor. Bu anlamda korku iyidir, insanı terbiye eder, daha çalışkan yapar. Başlangıçta korkmasam hiçbir şeye cesaret edemem” diyor.

İNCİ DÖNDAŞ/İSTANBUL

Gerek öykü kitapları gerekse romanlarında çevremizdeki kadınları anlatıyor ama öyle bir kalemi var ki... İşte o sıradan hayatlara bakışı, duyguları dile getirmesi, benzetmeleri Seray Şahiner’i öne çıkarıyor.

18-05/27/ekran-resmi-2018-05-27-235817.png

Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde ‘Gelin Başı’ adlı öykü dosyası ‘dikkate değer’ bulundu, ‘Hanımların Dikkatine’ kitabıyla ise 2012 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü aldı. Son romanı ‘Kul’da Mercan adlı bir kadının öyküsünü anlattı Şahiner. Temizliğe giden, kocası tarafından terk edilen, onun dönmesini bekleyen, hayatı tek başına yaşayan bir kadın... Onun “Ölülere bile bunca eş dost veren Allahım, beni sağken bu dünyada bir başıma bırakma” cümlesi aslında durumunu özetliyor. Mercan’ı anlattığı bu güçlü romanı Şahiner’e Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandırdı. Şahiner ile konuştuk...

‘Kul’ adlı romanınızla Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandınız. Bu ödül ve size ne ifade ediyor?

Size Orhan Kemal’i ne kadar sevdiğimi şöyle anlatayım; yüksek lisans tez konum bile Orhan Kemal üzerineydi. Hem edebiyatta hem sınıf meselesine bakışımda bana yol göstermiş, tanışma fırsatı bulamasam da gıyaben rahle-i tedrisatından geçtiğim ustam. Benim için kolumun altında Orhan Kemal kitabı taşımak dahi mutluluk kaynağıyken şimdi jürideki kıymetli yazarlar, edebiyat insanları tarafından Orhan Kemal’le bir arada anılmaya layık görülmek çok heyecan verici. Hep parçası olmak istediğin bir aileye girmek gibi bir duygu…

Daha önce de pek çok ödül aldınız, bu sizin kaleminiz üzerinde bir baskı yaratıyor mu?

Baskıdan ziyade, cesaret verici oluyor. Tekrara düşmemek ve yazıdaki ufkumu genişletmek için her metinde yeni bir üslup yakalamaya çalışıyorum. Yazarkenki cesaret, kitabı yayınevine verirken biraz kırılıyor haliyle. Riski göze alıp kitap yayımlandıktan sonra… O kitabın ödül alması; aslında jüri, denemeye devam et, korkma demiş hissi veriyor. Ödüller taltif edici olduğu kadar yüklediği bir sorumluluk da var. Ya daha iyi yazamazsam korkusu... Bu anlamda korku iyidir, insanı terbiye eder, daha çalışkan yapar. Başlangıçta korkmasam hiçbir şeye cesaret edemem.

‘Kul’ romanını kaleme almanızın öyküsü nedir?

Bir gün Kocamustafapaşa’dan dolmuşa bindim. ‘Bir Taksim uzatır mısınız?’ dediğim sıradan bir gün. Yanıma gençten bir kadın oturdu. Beni dürtüp çantasından çıkardığı bir kâğıdı uzatıp ‘Şunu okusana’ dedi. Baktım, doktor raporu. ‘Sesli oku, benim okumam yazmam yok’ dedi. Sesli okudum. ‘Daha sesli’ dedi. Daha sesli okudum. Kadına kanser teşhisi konmuş, yeni test sonuçlarını almaya hastaneye gidiyormuş. Bir dakika içinde bunu özetleyip şunu anlattı; sevgilisiyle aynı evde yaşıyormuş, kadın evlere temizliğe gidip evi geçindiriyor, sevgilisi yan gelip yatıyormuş. Kadın durdu durdu: ‘Sevgilim beni sevmiyor di mi’ dedi? ‘Sevse hasta halimle beni çalışmaya yollamazdı. Sevmiyor. Di mi?’ Canıyla ilgili bir testin sonucunu almaya gidiyordu ama ana gündemi sevilip sevilmediğiydi. Bu, sevilmeyi hayatından üstün tutma hali beni çok etkiledi. Kadın 10 dakika sonra indi. Bana ‘Kul’u yazacak duyguyu bırakmış olarak… Umarım sağlığına kavuşmuştur.

Benzetmeleriniz, kullandığınız deyimler, atasözleri, ifadeleriniz sanki olduğunuz yaştan daha büyük olduğunuzu gösteriyor. Kaleminizdeki bu olgunluğun sebebi nedir?

Bütün çocukluğum kayıt cihazı sessizliğiyle büyüklerin yanında oturup onları dinlemekle geçti. Anlatı geleneği gelişmiş bir aileden geliyorum. Bütün aile büyüklerim, bir hikâyeyi daha iyi anlatmak için, karşısındakinden bir şaşkınlık nidası, bir tebessüm alabilmek, hatta dertli hikâyeleri süsleyip mizahi hale getirerek karşısındakinin derdini azaltmak için çaba sarf etmeyi görev edinmiş insanlar. Biz ailecek, birini sevince ona hikâyeler anlatıyoruz. Birine verebileceğimiz en güzel hediye buymuş gibi geliyor. E bu hediyenin ambalajındaki ucu kıvrılmış rafya kâğıdı da, atasözleri-deyimler…

Romanlarınızda ve hikâyelerinizde hep kadınlar var. Erkekleri anlatacak mısınız?

Aslında erkekleri de anlatıyorum ama kadın karakterlerin ağzından. Antabus’un baş karakteri Leyla ama onun ağzından, kocası, babası, amcası, patronu, sevgilisi… Hepsini dinliyoruz. Masaya, şimdi bir kadın anlatacağım diye oturmuyorum. Hulki Aktunç ‘Konu türüyle gelir’ demişti. Anlatıcısıyla da geliyor. Erkeklerin ağzından yazılırsa daha etkili olacağına inandığım konuları, erkek ağzından yazıyorum.

Anlattığınız kadınların hikâyesini biz okurlar okurken dertleniyoruz. Yazarken siz nasıl bir ruh halindesiniz?

Yazının da kendi zulmü var. Bundan çokça muzdarip oluyorum. Karakterle birlikte dertlenirken bir yerden sonra şuraya varıyorum; bu karaktere nasıl nefes aldırabilirim? Orada da mizah unsuru devreye giriyor. Derdi bertaraf etmenin, o derdi tartışmanın en etkili yolu.

Okuyucularınızdan erkeklerin roman ve hikâyelerinizle ilgili yorumları konusunda ne dersiniz? Bugüne kadar ilginç bulduklarınızdan örnek verebilir misiniz?

Erkeklerden ziyade erk’i eleştirdiğim konusunda mutabık olduğumuzdan iyi anlaşıyoruz. Bazen, özellikle ‘Antabus’ta sık yaşadığım bir durum; orda anlattığım zulümkar adamların adına utandığını söyleyenler oluyor.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN