İran kazanıyor ama önünde zor günler var

İran kazanıyor ama önünde zor günler var

Ortadoğu’da kurduğu ittifak ağını ‘direniş ekseni’ olarak adlandıran İran, son yıllarda savaşların sürdüğü Suriye, Irak ve Yemen’de nüfuzunu genişletmiş durumda. Konuyu Karar için değerlendiren İran uzmanı Hakkı Uygur’a göre, Tahran yönetimi kırk yıllık çabalarının meyvelerini topluyor. Ancak savaşlar sona erdiği zaman, İran’ın bu ülkelerdeki varlık sebebi de tehlikeye düşecek.

VOLGA KUŞÇUOĞLU

İran, son yıllarda Ortadoğu ülkelerinde etkinliğini artırdı. Suriye, Irak ve Yemen’deki çatışmalara doğrudan müdahil olan ve bu savaşlarda kazanan taraf olmaya gün geçtikçe yaklaşan Tahran yönetiminin, bölgede bir ‘Şii hilali’ kurmaya çalıştığı yorumları yapılıyor. Peki İran’ın ‘direniş ekseni’ adını verdiği ittifak yapılanması nasıl ortaya çıktı, nasıl yükseldi, direniş eksenini gelecekte ne bekliyor? İran Araştırmaları Merkezi Başkan Yardımcısı Hakkı Uygur, konuya ilişkin sorularımızı yanıtladı. Yüksek öğrenimini İran’da yapan ve ülkenin iç ve dış siyasetine hakim olan Uygur, Tahran yönetiminin savunduğu ideolojinin kendi halkı nezdindeki meşruiyet kaybına ve bölgede İran karşıtı bir ittifak oluşması ihtimaline dikkat çekiyor.

MEZHEP BİR ARAÇ

İran, Ortadoğu’da kurduğu ittifak ağını ‘direniş ekseni’ olarak tanımlıyor. İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de bu ülkelerdeki devlet dışı müttefikleri üzerinden nüfuz elde ettiği görülüyor. Bu politikanın ne zaman ve nasıl oluştuğunu, bugünlere nasıl geldiğini açıklayabilir misiniz? İkincisi, Suriye, Irak ve Yemen’de son yıllardaki çatışmalar direniş eksenini güçlendiriyor mu, zayıflatıyor mu?

16-12/20/aff-1482194115.jpgDireniş ekseni tabiri, İran’ın Suriye ve Lübnan ile ilişkilerini tanımlamak için kullanmayı sevdiği bir tabir. Daha önce bu aktörlerin arasında yer verilen Filistinli Hamas örgütü, 2011 yılından itibaren Suriye devrimini aktif bir şekilde desteklediği için, İran tarafından İsrail’e karşı konumlandırıldığı iddia edilen bu eksenden dışlanmış durumda. Söz konusu aktörlerin arasındaki ilişkiler 70’li yıllara kadar geri gider.

Mustafa Çamran ve Musa Sadr gibi isimlerin Arap ülkeleriyle ve liderleriyle kurdukları ilişkiler, 79 devrimi sonrasında kurumsallaşmıştır. Yine de gerek Mısır liderliğindeki eş zamanlı dönüşüm, gerekse de Arafat liderliğindeki FKÖ’nün, İran-Irak savaşının başlamasıyla birlikte İranla arasına mesafe koyması, İran’ı Arap dünyası karşısında yalnızlaştırmış ve Tahran’ın Şam’dan başka bir müttefiki kalmamıştır.

Önce İslami Emel, ardından Hizbullah örgütüyle birlikte etkinliğini Lübnan üzerinde de artıran İran, Irak savaşının ilk safhalarında Suriye’den ciddi bir silah temini de sağlamıştır. Humeyni’nin ölümüyle birlikte sınırları içine çekilen İran, saldırgan ve agresif söylem ve tavırlarının ülke için ne kadar yıkıcı sonuçlara yol açtığını görmüş, 1990-2003 yılları arasında bölgesel işbirliğine önem vererek silahlı maceralardan uzak durmaya çalışmıştır.

Bununla birlikte 2001’deki Afganistan ve 2003’teki Irak işgalleri, İran’ın ABD ile doğu ve batıdan komşu olmasına yol açmıştır. Özellikle Irak’ın ardından sıranın kendisine geleceğini düşünen İran, yıllardır yatırım yaptığı Bedir Örgütü ve sonrasında Mukteda Sadr liderliğindeki Mehdi Ordusu gibi grupları ABD’ye karşı aktif savaş için ikna etmiş ve desteklemiştir. 2006 yılındaki İsrail-Hizbullah çatışması İran tarafından kendisine yönelik savaşın ilk adımı olarak değerlendirilse de Irak’ta kendisine yakın Şii grupların işbaşına gelmesiyle oldukça rahatlayan İran, özellikle 2008’de Obama’nın seçilmesiyle birlikte derin bir nefes almıştır.


Yemen’de Körfez ülkelerinin yanlış yaklaşımlarının da etkisiyle tarihi olarak İran Şiileriyle ilişkisi bulunmayan ve Sünni mezheplere daha yakın olan Zeydi kabileler İran’ın kucağına itilmiş ve Arap Baharından sonra başkent Sana’yı ele geçirmişlerdir.

Lübnan’dan, Yemen’e, Suriye’den Irak’a geniş bir coğrafyada etkin hale geldiğini düşünen İran yönetimi aslında neredeyse yarım yüzyıla yaklaşan çabaların meyvesini toplamaktadır. Bununla birlikte İran’ın bu kazanıyor görüntüsü geçicidir ve kendisine karşı çok daha geniş bir bölgesel ittifakın temellerinin atılmasına neden olmuştur.

Son dönemde uluslararası medyada İran’ın Ortadoğu’da bir ‘Şii Hilali’ oluşturmaya çalıştığı yönünde yorumlar yapıldı. İran ise bu iddiayı reddetti. İran’ın dış politikasında mezhep ne ölçüde belirleyicidir?

Demografik olarak Şii Hilali’nin ütopya olmasından daha önemli bir nokta olarak, İran’ın savunduğu değerler ve ideolojinin ülke içinde bile meşruiyetini tamamen kaybetmiş olduğu gerçeği göz önünde tutulmalıdır. Dolayısıyla sıcak çatışma ortamı bittiğinde söz konusu grupları birbirine bağlayan pek fazla bir şeyin olmadığı anlaşılacak ve iç çatışmalar derinleşecektir.

İran da tıpkı diğer bölgesel güçler gibi kullanabileceği tüm argümanlara atıfta bulunmaktadır. Etnik zaaflarını örtmek için mezhebi vurguda bulunurken, mezhep farklılığı olan Kürtlerle Aryanlık temelinde bir söylem kullanması ilginçtir. Mezhep İran için işlevsel bir araçtır ve bölgedeki çatışmanın bu şekilde tanımlanması İran’a güç katmaktadır.

Irak’taki Haşdi Şabi güçleri son yıllarda sık sık gündeme geliyor. İran’ın Haşdi Şabi üzerindeki etkisi ne düzeyde?

Haşd-i Şabi temel olarak üç ana gruptan oluşsa da alt grupların sayısı yüze yaklaşmaktadır. Sistani ve Sadr’a bağlı gruplarda fazla bir etkinliği olmasa da Haşd’ı oluşturan grupların kahir ekseriyeti doğrudan İran tarafından belirlenen isimler tarafından yönetilmektedir. İran’ın özellikle Nuceba ve Ketaib-i Hizbullah gibi bazı örgütleri Irak dışında da kullandığı ve gelecektede kullanmak isteyeceği düşünülmektedir.

Suriye konusunda görüş ayrılıkları olsa da Türkiye ile İran’ın ilişkileri bundan ciddi biçimde etkilenmedi. İki ülke ilişkilerinin geleceğine dair öngörünüz nedir?

Suriye konusunda İran ve Türkiye tamamen karşıt kutuplarda yer alsa da ilişkilerini toptancı bir yaklaşımla bozmadılar ve asgari hasarla süreci atlatmayı başardılar. Bununla birlikte özellikle Halep’in tahliyesi esnasındaki gelişmeler ile Türk-Rus yakınlaşması İran’ı rahatsız etmiş durumda. Yine İran temsilcilikleri karşısındaki gösteriler de Tahran hükümetinin tepkisini çekiyor. Türk kamuoyundaki, özellikle de İran’ın iyi lişkiler geliştirmek için 35 yıldır çaba harcadığı muhafazakar kesimlerdeki İran karşıtlığının en üst seviyeye çıkması dikkat çekici. İki ülke ilişkilerinin yakın zamanda ciddi bir değişim göstermesini beklemiyorum, ancak son örnekte görüldüğü gibi Suriye krizine siyasi bir çözüm yolu bulunması, İran’ın bu ülkedeki müdahalesinin zeminini yok edeceğinden, İran bu süreci baltalamaya çalışabilecektir.

ESAD’IN DURUMU KUVEYT’TEN ÇIKARILAN SADDAM GİBİ

İran’ın, Pakistanlı ve Afgan mültecilerden oluşan milis gruplarıyla Suriye’de Esad rejiminin yanında savaştığı biliniyor. Peki bu gruplar savaş bittikten sonra ne olacak? İranlı askerler ve milis gruplarının Suriye’de kalıcı olacağını düşünüyor musunuz?

Bu grupların Suriye’de kalacağını düşünmüyorum. Bugün itibariyle Esed rejimi tüm Suriye’de hakimiyet sağlasa ve ülkede tek bir silahlı muhalif kalmasa bile, rejimin hiçbir meşruiyeti kalmamış durumdadır. 2011 öncesi Türkiye, Fransa, Suudi Arabistan gibi ülkelerin mali yardımlarıyla ayakta duran rejimin ekonomik, sosyal ve siyasal tabanı yok olmuş haldedir ve bu, Kuveyt’ten çıkarılan Saddam Hüseyin’in durumunu anımsatmaktadır. Paylaşım planları tamamlandığında, küresel ve bölgesel güçler anlaşmaya vardığında Esed ve destekçilerinin siyasal hayatları sona erecektir.

NÜKLEER ANLAŞMANIN İPTALİ DÜŞÜK OLASILIK

ABD’nin müstakbel başkanı Donald Trump ve yakın ekibi, İran’la yapılan nükleer anlaşmaya karşı olmalarıyla biliniyor. Önümüzdeki dönemde nükleer anlaşmanın bundan nasıl etkileneceğini ve genel anlamda İran-ABD ilişkilerinin nasıl olacağını öngörüyorsunuz?

Donald Trump’ın seçilmesi İran’ın beklemediği ve hoşlanmadığı bir sonuç oldu. Tahran’daki beklenti Clinton’ın seçimleri kazanması durumunda Obama’nın politikalarının süreceği ve İran’ın bölgede alan kazanmasının desteklenmeye devam edileceğiydi. Yine de Trump’ın seçim kampanyası ya da öncesindeki İran karşıtı söylemlere bakarak nükleer anlaşmanın iptali gibi büyük bir beklentiye girmek doğru olmayabilir. Toptan bir İran karşıtlığı yerine yeni ekip Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan konularının herbiri için farklı tutumlar takınabilir, kabinenin muhtemel üyelerinin Halkın Mücahitleri gibi örgütlerle ilişkileri göz önüne alındığında İran muhaliflerine yönelik destekler artırılabilir. Yine Trump’ın İsrail destekçiliği düşünüldüğünde Hizbullah’ın zor günler yaşaması muhtemeldir. Buna karşın İsrail’in, arkasına sınırsız bir destek aldığını düşünerek Kudüs ve Mescid-i Aksa hususlarında önemli provokasyonlar düzenlemesi ve İslam dünyasının farklı aktörlerinden buna sert tepkiler gelmesi halinde İran Washington açısından tekrar öngörülebilir ve rasyonel hasım kategorisine girebilir.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN