Avrupa kavramını tartışmaya açtığı ‘Avrupalı Nedir?’ kitabı Vakıfbank Kültür Yayınları’nca Türkçeye aktarılan Alman felsefe tarihçisi Dag Nikolaus Hasse KARAR’a konuştu: “Birçok Orta Batı Avrupalının kibri bugün bile hâlâ rahatsız edici düzeyde. Örneğin demokrasinin dünyanın farklı yerlerinde bağımsız olarak ortaya çıkmış olabileceği fikri, Orta Batı Avrupa’da hâlâ yaygın olarak kabul görmez. İşte bu kalıcı kibir ve cehalet, bu kitabı yazmamın ana nedeni.”
ÖMER FARUK
Alman felsefe tarihçisi ve oryantalist Dag Nikolaus Hasse’in (d.1969) Vakıfbank Kültür Yayınları’ndan çıkan ‘Avrupalı Nedir?’ kitabı hakkında (Çevirmen: Selahattin Aktin) bir yazı yazmıştım birkaç hafta önce (23 Mart). Cazibeli ‘Avrupa’ kelimesini tartışmaya açarak kavramı “sömürgeci ve romantik düşünce biçimlerinden” arındırmaya çalışan ve daha “açık uçlu” bir tanımlamayı teşvik eden Hasse ile e-posta üzerinden KARAR okurları için yazıştık. Bu arada, sorularıma büyük bir nezaketle cevap veren Hasse, 5 Mayıs Pazartesi günü saat 14:00’da Medeniyet Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde, İbn-i Sina’nın Uçan Adam’ı üzerine yapacağı akademik tebliğ ve 7 Mayıs Çarşamba günü saat 15:00’da İSAM’da yapacağı ‘Avrupalılık Nedir? Avrupamerkezcilik ve Avrupa Karşıtlığı Üzerine’ konulu bir ikinci konuşma için ay başı İstanbul’a da gelecek.
Kitabınızı büyük bir ilgiyle okudum. Bizler burada, İstanbul’da, her zaman Batı’nın kenarında hissettik kendimizi. Avrupa’ya bakarak neyin doğru, güzel, iyi olması gerektiğini düşündük yüzlerce yıl. Sizin kitabınız, biz Türklerin de kafasındaki Avrupa fikrini değiştirmeye yönelik. İstanbul’u ve Ege kıyılarını da Avrupa fikrinin içinde düşünüyorsunuz. Yanılıyor muyum?
Bugün İstanbul coğrafi olarak hem Avrupa hem de Asya şehridir. Ancak uzun tarihi boyunca İstanbul/Konstantinopolis kendini Avrupa’nın bir parçası olarak görmüştür. Hatta sadece bir parça olarak değil: İmparator VII. Konstantinos ona “Avrupa’nın zirvesi” demiştir, 17. yüzyılda el-Hacarî ise onu “Avrupa’nın ve dünyanın en büyük şehri” olarak tanımlamıştır.
Avrupa fikrini tartışmaya açmak Batılı okurlara ne gibi bir katkı sunabilir?
Avrupa fikrini tartışmaya açmak onlara/Batılılara diğer kıtalara karşı daha az kibirli olma fırsatı sunar; ancak aynı zamanda bazı Avrupa geleneklerinde kendilerini evlerinde hissetme imkânını da kaybetmeden. Sadece Avrupalı okurlar için değil: Herkes kıtanın kültürel geleneklerine bağlanarak kendini evinde hissedebilir. Bunlar tüm insanlara ait olan insani geleneklerdir. Bu yüzden Avrupa-merkezciliğe şüpheyle yaklaşmak kesinlikle gerekli olsa da Avrupa karşıtlığına düşmemek konusunda dikkatli olunmalıdır.
Bir Türk şairi (Sezai Karakoç) Batı’nın dışarıya taşarken yani Batı dışı toplumlarla temas ederken her zaman kibirli olduğunu söylemişti. Medeniyetin köklerinin batı dışında da bulunabileceği fikri ne kadar kabul görüyor Avrupa’da?
Evet, birçok Orta Batı Avrupalının kibri bugün bile hâlâ rahatsız edici düzeyde. Örneğin demokrasinin dünyanın farklı yerlerinde bağımsız olarak ortaya çıkmış olabileceği fikri, Orta Batı Avrupa’da hâlâ yaygın olarak kabul görmez. İşte bu kalıcı kibir ve cehalet, bu kitabı yazmamın ana nedeni.
Güvendiğimiz ders kitaplarına göre Avrupa modernleşmesinin kökeninde Rönesans, Reform, coğrafi keşifler ve bilim devrimi var. Avrupa’nın başarısının arkasında gerçekten bir Avrupalı ruhu var mı? Biz Türkler hep aynı soruyla meşgulüz: Çin ya da İslam neden başaramadı?
Son 500 yıldaki Orta Batı Avrupa gelişiminin ardında “Avrupa ruhu” gibi bir şey yoktur. İnsanlar bu ruhu özgürlük ya da akılcılık olarak tanımlamaya çalıştı ama bu tanımlar başarısız oldu çünkü Avrupa tarihi Kuzey Afrika ve Batı Asya ile derinden iç içe. Ayrıca hukuk devleti, eşitlik idealleri, demokratik pratikler ve bilimsel rasyonalite ilkeleri birçok kıtada bağımsız olarak gelişmişti. Bunlar Batılı değil, insanî fikirler ve uygulamalar; çoğunlukla otokratik rejimlerle yönetilen Çin ve İslam dünyası gibi bölgelerde bile görülür.
Amerikan kültürünü Avrupa kültürüyle birlikte düşünebilir miyiz? Amerikalıların Batı medeniyetini yozlaştırdığını düşünüyorum. Avrupa fikri öldü mü? Bugün medeniyeti Amerika mı temsil ediyor?
Bu, hangi kültürel uygulamaya ya da geleneğe odaklandığınıza bağlı. Örneğin parlamento kurumu açısından bakarsanız, Kuzey Amerika ve Orta Batı Avrupa’nın yakın ve ortak bir tarihi vardır; ama kahvehane kurumu açısından bakarsanız, Avrupa Batı Asya ve Kuzey Afrika’ya daha yakındır. Bir Alman olarak, Nazi rejiminden kurtarılmamızda Franklin D. Roosevelt’e ve ABD ordusuna sonsuz minnettarım. Ancak bugünkü durumda, ABD’de bile, Avrupa Birliği fikri her zamankinden daha önemlidir. Macaristan veya Polonya gibi otoriter eğilimlerin olduğu ülkelerde bile AB bir tür ikinci güvenlik ağı işlevi görmekte ve hâlâ hukuk devleti, ifade özgürlüğü, bireysel hakların bazı temel biçimlerini korumaktadır. Bu anlamda Avrupa Birliği, eşitlik, ifade özgürlüğü, hukuk devleti gibi değerler için mücadele eden tüm dünya insanları için önemli bir umut işaretidir.
Avrupa’nın Gazze’de yaşananlar karşısında takındığı tavır, temsil ettiği liberal ve aydınlanmacı değerlerle çelişmiyor mu?
Evet, ne yazık ki bazı AB ülkelerinin önde gelen siyasetçileri ve entelektüelleri için doğru bu. Ama uluslararası hukuk ihlâl edildiğinde İsrail hükümetini yüksek sesle eleştiren (örneğin eski AB dış politika şefi Josep Borrell gibi) birçok AB siyasetçisinin de olduğunu belirtmek önemlidir.
Avrupa kelimesiyle birlikte medeniyet, kültür, doğu, batı gibi kavramları da tartışmaya açmalı mıyız?
Geçmişi ve bugünü anlayabilmek için coğrafi isimlere ve topluluk adlarına ihtiyacımız var. Ancak “Batı kültürü” ya da “İslam dünyasının ruhu” gibi kültürel etiketler konusunda son derece şüpheliyim; çünkü bu tür tanımlar çok daha bağlantılı ve çeşitli olan gerçekliğe genellikle karşılık gelmez. Kitabımda bu gerçekliği tanımlamak için “kültürel mekânlar ağı” kavramını kullanıyorum. Bu tür etiketleri bırakmak özgürleştiricidir.
Etiketleri bırakmak, Avrupa kavramını belirsizleştirmek post-modern bir tavır mı?
Hayır, postmodernizmde hangi argüman ya da kavramın gerçeğe daha yakın olduğunu belirlemenin bir yolu yoktur; çünkü tüm kavramlar özünde özel sayılır. Kitabım postkolonyal bir metin evet, ama postkolonyalizmin jargonu ile yazılmamış ve postmodernizmin göreceliliğine düşmemeye özen gösterilmiştir. Geleceğimizi birlikte şekillendirmek için iyi argümanlara, iyi kavramlara, iyi fikirlere ihtiyacımız var ve iyi fikirlerle kötü fikirleri ayırt etmemiz önemli. Ama kimlik etiketlerine ihtiyacımız yok. Toplumumuzu nasıl düzenleyeceğimize dair bir fikir iyi ve faydalıysa, bunun bir Türk’ten, bir Alman’dan, bir Çinli’den, bir Müslüman’dan, bir kadından ya da siyah bir insandan gelmiş olması tamamen önemsizdir. Fikir bir insandan gelmiştir ve diğer insanlar içindir; bu yeterlidir.
İBNİ SİNÂ VE İBN RÜŞD’ÜN İZİNDE BİR ORYANTALİST
Hasse, 1969 Bremen doğumlu oryantalist ve felsefe tarihçisi. Araştırmaları İslam felsefesi ve doğa bilimi ile bunların Latin Avrupa’daki etkilerine yoğunlaşan 15. ve 16. yüzyıllarda felsefe, tıp ve astroloji üzerindeki bu etkinin zirvesini ve kademeli olarak sona ermesini incelediği Success and Suppression: Arabic Sciences and Philosophy in the Renaissance (2016) adlı kitabıyla tanınmaktadır. Hasse, iki düşünürle özellikle meşgul olmuştur: İbn Sînâ (Avicenna’s ‘De anima’ in the Latin West, 2000) ve İbn Rüşd (Averroes). Würzburg araştırma ekibiyle birlikte, klasik İslam bilginlerinin ve onların Latince çevirmenlerinin kelime dağarcığını dijital bir sözlük olan Arabic and Latin Glossary (2009) üzerinden erişilebilir hâle getirmektedir. Yönettiği Ptolemaeus Arabus et Latinus edisyon projesi, 2.-16. yüzyılların astronomi ve astroloji tarihiyle ilgilidir. Würzburg Üniversitesi’nde Profesör olarak çalışmalarına devam eden ve Bavyera Bilimler Akademisi’nin üyesi olan Hasse, 2016 yılında Gottfried Wilhelm Leibniz Ödülü’ne layık görülmüştür.
TÜRKLER AVRUPA KÜLTÜRÜNE BÜYÜK KATKILARDA BULUNDU
Kitabınız daha çok Batılı ve Avrupalı okura sesleniyor sanki. Avrupa karşısında yenilgiye uğramış ve Batı’yı taklit etmeye çalışan Türklere bir mesajınız var mı? Kendimizi Avrupa’nın parçası olarak görmeli miyiz? Yoksa bu çabadan vaz mı geçelim?
Benim önerim Avrupa’nın kültürel kavramlarını kullanmayı bırakmak: örneğin Avrupalılığın özünün bilimsel düşünce ya da Hristiyanlık olduğunu düşünmek gibi… Ve Boğaziçi’ni sınır kabul ederek yalnızca Avrupa’yı geleneksel coğrafi kavramıyla tanımlamak. Bugün sadece Avrupa yakasını hesaba katsak bile, İstanbul hâlâ Avrupa’nın kültürel olarak en aktif, en büyük şehirlerinden birisi! Her zaman da öyle olmuştur. Türkler, geçmişte ve bugün, Avrupa kültürüne büyük katkılarda bulunmuştur; Asya kültürüne olduğu gibi. Kitabımda İstanbul’un Avrupa açısından önemi, alttan alta işlenen bir tema. Bu anlamda kitap Türk okuyucular için de yazılmıştır.
İSLAM DÜNYASINDAKİ FİKİR VE BAŞARI TAKDİR EDİLMİYOR
Müslümanların medeniyete katkılarını yüksek sesle dile getiremediklerini düşünüyorum. Katılır mısınız? İslam’ın katkıları Avrupa’da yeterince takdir ediliyor mu?
Evet, İslam dünyasında ortaya çıkan birçok fikir ve başarı Batılı olmayan Avrupalılar tarafından yeterince bilinmemekte ve takdir edilmemektedir. Örneğin İslam dini, astronomi ve tıp bilimlerinin gelişiminde olumlu bir rol oynamıştır. İslam yönetimi altındaki azınlıkların hakları, Kuzey Afrika ve Batı Asya’daki çok etnikli şehirlerin gelişiminde önemli bir etkendi. Öte yandan, İslam dini bu bölgenin uzun ve etkileyici tarihindeki tek etken değil. Siyasal ve ekonomik koşullar, diğer dinler gibi başka etkenler de çok önemliydi.
İnsan hayatı Afrika’da başladı. İlk tapınaklar, tarım, yazı, hukuk, şehirler ve devletler Orta Doğu’da kuruldu. Ancak son 500 yılda yaşananlar nedeniyle tüm medeniyetin gelişiminden sadece Avrupalıların sorumlu olduğu gibi yanlış bir inanç oluştu. Bu Avrupa merkezli tarih anlayışı ne zaman değişecek?
Dünyadaki öğrenciler, yurttaşlar ve okurlar kendi milletlerinin, dinlerinin ya da bölgelerinin bakış açısının sınırlarını aşmayı ve tarih kitaplarını küresel bir perspektifle okumayı öğrendiğinde; mesela benim kitabım gibi...