İlk sayısı 1 Mayıs 2006’da çıkan Sözcükler dergisi yirmi yaşında. Turgay Fişekçi ile ilk sayıyı nasıl hazırladığımız hâlâ gözümün önünde. Sunuş yazısı, “Edebiyatın insani bir değer olduğunun bilincindeki belki de son kuşağız. Bizden sonrakiler, giderek bir tüketim metaına dönüşen edebiyatın temsilcileri olacak, edebiyat değil, tüketim ürünü üretecekler” diye başlıyordu. Gülten Akın’dan Cevat Çapan’a birçok edebiyatçının yazılarıyla başlayan macera yirmi yıldır kesintisi sürüyor…
BESİM DALGIÇ
Yirmi yıl geçmiş. ‘Sözcükler’ edebiyat dergisinden söz ediyorum. Adam Yayınları kapanmadan önce Çiçek Pasajı Sev-İç’teki Cuma Masası’ndan sonra, Fethi Naci’yle, Cevat Çapan’la, Aydın Boysan’la, masadaki başka dostlarla birlikte sık sık Turgay Fişekçi’ye uğrardık. Adam kapanınca Adam Dergisi’nin de yayın hayatı bitti. Turgay tek başına yeni bir dergi çıkarma konusunda tereddütlüydü. Maddi zorluklar, dağıtım, mâli külfet, vergi, daha birçok mesele... Sonunda çevreninde manevi desteğiyle ‘Sözcükler’ adlı dergiyi yayın hayatımıza kattı. Logo ile ilk kapak tasarımını Hakkı Mısırlıoğlu yapmıştı. Derginin yapısı Memet Fuat’ın Turgay’la yıllarca çıkarttıkları ‘Adam Sanat’a yakındı.
Turgay’la ilk sayıyı nasıl hazırladığımız hâlâ gözümün önünde. Sunuş yazısı, “Edebiyatın insani bir değer olduğunun bilincindeki belki de son kuşağız. Bizden sonrakiler, giderek bir tüketim metaına dönüşen edebiyatın temsilcileri olacak, edebiyat değil, tüketim ürünü üretecekler.” diye başlıyordu. Gülten Akın’dan Tahsin Yücel’e, Ferid Edgü’den Cemil Kavukçu’ya, Refik Durbaş’tan Demir Özlü’ye, Cevat Çapan’dan Şavkar Altınel’e birçok edebiyatçının yazılarıyla başlayan bu macera yirmi yıldır kesintisi sürüyor. Bu süreçte yazarların birçoğunu yitirdik. Onların yerini yeni yazarlar aldı. Bir kısmının ilk yazıları bu dergide çıktı. Bir kısmının kitapları yayımlandı. Tanınır oldular. Bu bakımdan da ‘Sözcükler’ bir okuldur. Turgay Fişekçi yıllardır Don Kişot’luk yapmaktadır. Onun değirmenleriyse sadece çıkarlarını düşünen politikacıların yarattıkları dengesiz ekonomik koşullardır. Derginin hazırlanmasından, dağıtımına kadar hemen hemen her şeyi tek başına yapıyor. Bir kurumun desteğini almadan uzun soluklu dergi çıkarmanın zorlukları malum. Başka bir bakımdansa da özgürlük... Ama yine de edebiyat dergiciliği bir gelenek. Bazılarının ömrü kısa, bazılarınsa uzun... ‘Sözcükler’in yirmi yıl yayımlanması büyük bir başarı. İlk sayıdaki sunuş yazısı “Edebiyatın temel değerlerine duyduğumuz bağlılık, ‘Sözcükler’in yayımlanmasının temel nedeni. Adımız da bu nedenle edebiyatın ana gereci olan ‘sözcük’ten geliyor. Sonrası? Sonrasını birlikte göreceğiz.” cümlesiyle tamamlanmıştı. Sonrasında gördüğümüz ise yazarların yanı sıra en büyük destek edebiyatsever okurdan geldi. Bu derginin başka bir hususiyeti de Cevat Çapan’ın şiirlerini ilk sayıdan bu yana hiç aksatmaması... Bunca yıl dergideki tek değişiklik 89. sayıdan sonra kapak tasarımının yenilenmesiydi...
Yirminci yılını tamamlayan ‘Sözcükler’ 115. sayısı zengin içerikli yazılarla raflarda. Kimler var. Tabii ki Cevat Hoca... Sonra Yaşar Miraç, Şavkar Altınel. Oğuz Demiralp’ten, Tahir Abacı’dan ufuk açıcı iki makale, Fatin Hazinedar’dan ‘Şairin Uçurtması’ adlı yine nefis bir deneme... Hikâyelerle, şiirlerle, denemelerle, eleştirilerle dopdolu yirminci yıla yakışır bir sayı. Tabiatıyla Turgay’ın ‘Kırk Yıl’ adlı şiiriyle, Eray Canberk’in sohbet tadındaki ‘Okuma Günlükleri’ni de okumak hayli keyifli.
MEHMET BAYDUR'DAN KALAN
Turgay Fişekçi bunca yıl sadece dergi çıkarmadı, kitaplar da yayımladı. Çağdaş edebiyatımızı en iyi yazarlarından Mehmet Baydur’un ‘Şiirler’ adlı kitabı da Sözcükler Yayıncılık’tan çıktı. Mehmet Baydur’u oyun yazarı, denemeci, hikâyeci olarak biliriz. İnişli çıkışlı yanlarıyla Tanzimat’tan günümüze artık köklü bir tiyatro geçmişimiz var. Tiyatroya ilgi yeni sahnelerle, açılan okullarla artarak günümüze kadar geldi.
İlk gösterimi 1908’de gerçekleşen Şinaşi’nin tekste dayalı, tartışmalı dahi olsa ilk piyes sayılan ‘Şair Evlenmesi’yle, Namık Kemal’in ‘Vatan yahut Silistre’ oyunlarının dışında Ahmet Vefik Paşa tarzı adaptasyonlar tiyatroyu orta oyunu gibi, tülûat gibi geleneksel kalıplardan kopardı. Oyun yazarlığına gelince burası biraz sorunlu. Hiçbir zaman İbsen, Strindberg ya da Çehov ayarında yazarlarımız olamadı. Bunun çeşitli nedenleri var. Piyes yazmanın değeri pek bilinmiyor. Birkaç cesur yayıncının dışında bu tür kitaplarda basılmıyor. Sahnelenme olanağı da bulunamayınca bu tekstlerden kimsenin haberi olmuyor. Zaten oyun okuma merâkı Ahmet Zeki Pamuk’un dışında da pek yaygın değil. Parlak yazarlar da oyun yazmaktan çabuk vazgeçiyorlar. Hele günümüzün dizi sektörü bu işi daha da baltalıyor. Yine de Nahit Sırrı Örik, Cevat Fehmi Başkurt, Oktay Arayıcı, Sermet Çağan, İsmet Kuntay unutulmamalı. Ferhan Şensoy’u ayrı bir kategoride değerlendirip ‘70’li yılların Brechtçi ajitasyon oyunlarının ya da kabare gösterilerinin tiyatro sanıldığı dönemlerdeyse, Çevat Çapan’ın pek sevdiği dostu Mehmet Baydur’un yeriyse başka. Onun yazarlığı yukarıda belirttiğim İbsenvari tiyatro yazarlarıyla eşdeğer.
Mehmet Baydur
İzlediğim, okuduğum birçok oyununun Strindberg’ten, Becket’e uzanan bir çizgide olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki 2001’de genç yaşta tiyatromuz en verimli çağında önemli bir değerini yitirdi. Onun oyunları yaklaşık iki yıl önce Kadıköy Belediyesi’nini Alan Gösteri Merkezi’nde Metin Deniz’in dekor tasarımlarıyla sunulmuştu. Ancak bu kez Mehmet Baydur’un bir başka yanını paylaşmak isterim. Ailesi yıllardır yazıp biriktirdiği şiirlerini ilk kez gün yüzüne çıkardı. Kitaptaki ilk şiir ‘Ya Gökyüzü’... 2000’de yazmış. Son kıtasındaki dizeler “sen de bilirsin eski uygarlık yoktur / ölüyse uygar olamaz hiçbir şey / oysa nedense çıplak çıktığım bu taşın üstündeyken / o zeytin ağaçlarının hışırtısını duyuyorum nedense / nedense burnumda o yengecin ayak kokusu nedense / buraları benden soruluyor bugün bile” antik dönem oyunlarından ‘Bakhalar’ı anımsatıyor... Cevat hoca dolayısıyla tanıyıp bir kaç kez birlikte olduğum Mehmet Baydur’u şiirleriyle de tekrar hatırlayalım...