‘Rum kızı Maria’nın penceresinden İmroz

‘Rum kızı Maria’nın penceresinden İmroz

Yaşamını geçmişin İmroz’u bugünün Gökçeada’sında sürdüren Rum asıllı Madam Maria’dan dinlediği anıları ‘Rüyaların Öldüğü Ada’ romanında okura aktaran Konca Altan: “Hem Yunan hem Türk siyasetçilerle ilgili taraf olmadan konuşunca rahatladık. Elimi tutup yürürken o Rum değil, benim Maria’mdı. Kitap çıktığından beri en çok mutlu eden duygu İmrozluların insan yönleriyle daha yakından tanınmış olmaları. ‘Rum’ derken bir yabancıdan bahsetmiyoruz, birbirimizi sevmenin her zaman bir yolunu bulabiliriz.”

SEDAT PALUT

Esasında bir gıda mühendisi olan Konca Altan’ın ilk romanı ‘Rüyaların Öldüğü Ada’ İletişim Yayınları tarafından okura sunuldu. Yazar, kısa sürede ikinci baskısını yapan kitabında İmroz’un yüz yıllık değişim hikâyesini ada sakinlerinden Rum asıllı Madam Maria’nın anılarına dayanarak okura anlatıyor. Kendisi de adada yaşayan Altan ile son derece akıcı bir dille kaleme aldığı romanına konu olan Madam Maria’yı ve 1970’deki kararnamenin ardından Gökçeada adını alan İmroz’daki göç izlerini KARAR okurları için konuştuk.

03kr02-man1.jpg

Konca Altan

Konca hanım, kitabınızda sizi tanıtan bölümde “Kariyerini İstanbul’da sürdürürken kısa bir tatil niyetiyle başlayan İmroz planı, Ada’ya sevdalanmakla son buldu. Eşiyle İmroz Adası’nda yaşıyor” yazılı. Gökçeada’ya yerleşmeniz klasik bir ‘beyaz yakalı’nın sakin bir hayatı tercih etme hikayesi mi?

İmroz Adası, adım attığınız andan itibaren sizi içine çeken, muhteşem doğası ile aklınızdakileri unutturan bir yer. Ben adaya gittiğimde iş hayatında çok yorulmuştum, eşim orada dinleneceğimi, mola vereceğimi düşünüp, beni zorla adaya götürdüğünde, insanın mekân değiştirerek aklındakilerden kaçamayacağını düşünüyordum ama öyle olmadı, ada bana çok iyi geldi. Denizden gelen iyot kokusu ile doğadaki kekik kokusu tılsım gibi içime işledi. Gece üstüne yağıyor gibi görünen yıldızlarla uyuyup, horoz sesi ile uyanmak, bir süre sonra oraya ait olma hissimi geliştirdi. Yine de adadan ayrıldık, sadece yaz için dönerken, feribotta adayı ilk gördüğümde heyecanlandığımı bir an önce inmek istediğimi fark ettim. Artık ada sevgisi içime işlemişti, İmrozluların dediği gibi hastalık bulaşmıştı. Böylece adaya yerleştik, ben gıda mühendisiyim, İstanbul’da İş Kuleleri’nde uzman mühendis olarak çalıştım, ama iş hayatını bırakabilmekteki şansım eşimin ziraat mühendisi ve yeni durumlara çabuk uyum sağlayan yapısı sayesinde tarım yapmaya başlamamız oldu.

Kitap için yazdığınız önsözde Maria ile İmroz’a yerleştiğinizde tanıştığınızdan bahsediyor, romanı da onun ağzından anlatıyorsunuz. Nasıl tanıştınız Maria ile? Okurlarımıza da anlatır mısınız?

Adaya yerleşme kararı alınca yeni yapılan mahallelerde olmak istemedim. İmrozun ruhunun aktığı eski bir sokakta yaşamaya başladık. Maria tam karşımızdaki evde oturuyormuş, biliyor, karşılaşmıyorduk. Evin tülleri kıpırdıyor arkasından birinin baktığını görüyordum ama hiç dışarı çıkmıyordu. Çevredekiler “Adanın en saygıdeğer madamı Maria bu evde yaşıyor, ama kimse ile konuşmaz, hele evine kimseyi almaz, aksidir terslik yaparsa üzülme sakın” dediler. Aylarca bizi takip etti, biliyordum, selam vermeye başladım, bir bahar sabahı elinde bastonu dışarı çıktı, “Siz hindi bakıyor musunuz?” dedi. “Yok, daha onu öğrenemedik dedim” güldü. “Hindiler kaçmış, yoksa sen mi kaçırdın diyecektim” dedi. Yeniden gülümsedi, sonra da “Kahve sever misin?” dedi ve kapıyı açıp salonu gösterdi. Kahveyi çoktan yapmış anasonlu kurabiyeyi yanına koymuştu. Tahta sedire birlikte oturduk, konuşmadık, saçlarıma dokunmak için izin istedi. “Çok güzel, sen mi yapıyorsun?” dedi. Ben hiç soru sormadım, o aklındakileri kısa kısa sordu, yoruldu. “Belki kocana yemek yaparsın,” deyip kalktı. Çıkarken “Sizin asmadan yaprak getirirsen birlikte sararız, benim arka bahçede rezene de var” dedi. İşte böylece başlayan dostluğumuz ‘Rüyaların Öldüğü Ada’ kitabına evrildi.

03kr02-man.jpg

‘NE RUM NE TÜRK, SADECE BİRBİRİNE ÇOK BENZEYEN İKİ KADINDIK’

“Rüyaların Öldüğü Ada’ Rum kültürünü çok detaylıca anlatan bir roman. Bu kültüre dair önceden bir merakınız var mıydı yoksa Maria’nın hikayesinin peşinden mi gittiniz tamamen?

Maria bana anlatmaya başladığında, aynı anda birlikte de yaşamaya başlamıştık, birlikte yemek yapıyor, birlikte kiliseye gidiyor, birlikte ada sokaklarında yürüyorduk. Onunla öğrendiklerimi Rum kültürü olarak düşünmedim, zaten çok benziyorduk. İkimizde ailelerimizden uzakta yalnızdık, birbirimize aile olduk. Elimi tutup yürürken o Rum değildi, benim Maria’mdı. Bazen bir evin önünden geçerken, durup uzun uzun anlatıyordu. Acılı bir hikayesi varsa “Amannn bre Koncemu gene bana kötü anıları tekrarlatma” deyip geçiştiriyordu. Fark ettim ki beni kırmaktan korkuyor, olduğu gibi anlatması için onu ikna ettim, siyasi bir bagajım olmadığını, gerçeklerin bir milleti koruyarak anlatıldığında, yalan olduğunu bildiğimi anlattım. Sonraki dönemde daha da rahat anlatmaya başladı. Hem Yunan hem Türk siyasetçilerle ilgili taraf olmadan konuşunca rahatladık, hatta bazen birbirimize takılıp, “Aman bre barış deme bana, ne geldiyse başımıza barıştan sonra geldi diyor” gülüyorduk. Her konuda konuşmaya başladıktan sonra, eskisinden daha çok espri yapmaya başladı. Mutluydu, şimdi düşünüyorum da, aslında o anlar seksenlerini geçmiş bir kadının ölüm korkusuyla gelen yaşadıklarını anlatma isteği, hayatına değer katma dileğiydi. Çünkü zaman artık onun için çok kıymetliydi, ikimizde oyalanmadık, çalıştım, birlikte geçirdiğimiz anlar değerlendi.

Romanı yazarken kültüre hakim olabilmek için araştırma yaptığınızı düşünüyorum. Araştırmadan önceki Konca Altan ile sonrasındaki Konca Altan arasında bir değişiklik oldu mu?

Maria ile anlarımızı kayıt altına almaya başladığımda çok değerli olduklarını bildiğimden niyetim unutmamaktı. Onun sayesinde tanıştığım, adayı terk etmiş İmrozlu Rumların, yazın geldikçe anlattıkları da kitabın ana konuları arasına girdi. Atina’dan, Avustralya’dan, Afrika’dan, Amerika’dan gelen dostları akrabaları, Maria’nın bana güvenmesine dayanarak anlattılar, hem İmrozdaki geçmiş yaşamları hem gittikleri yerlerde başlarına gelenler birleşince elimdekinin bir mucize olduğunu düşündüm. Maria yaş itibariyle en eski anlatıcıydı. Onu kaybettiğimizde anıları yok olup gidecekti. Elbette çok yoğun bir arşiv taraması, kitaplar, tezler, eski gazetelerin günlük sayfalarını okudum. Kronolojik olarak bir akış sağlamaya gelince Maria’nın benim sorularımdan bıktığı da oluyordu. “Aman bre ne çok soruyorsun, haydi kahve içelim” diyordu. Ama o süreci de atlattık. Onunla konuştuktan sonra hafızamdan akan hatırladıklarımla, Maria’nın gözlerinde gördüğüm hayaller birleşti. Onu artık çok iyi tanıyordum. Evine askerler baskın yaptıklarında nasıl korktuğunu, savrulan eşyalarına nasıl üzüldüğünü biliyordum. Her şey hafızamda yok olup gidebilirdi. Şimdi, kitabı okuyup hatta ağlayan dostlarla konuşurken iyi ki yazmışım diyorum.

03kr02-man2.jpg

Madam Maria gençlik yıllarında...

‘SİYASETÇİLERİN DÜŞMANLIKTAN BESLENDİĞİ BİR GERÇEK’

Zorunlu göçlerin çıkış noktasında hükümetlerin ulus-devlet anlayışı söz konusu. Bu anlayışın içinde hoşgörü kültürünü oluşturmak ya da devam ettirmek ne kadar mümkün sizce?

İmrozlular, yaşadıklarının hükümetlerin değişen politikaları yüzünden başlarına geldiğinin farkında çünkü gittikleri Yunanistan’da da yine siyasi sebeplerle mutsuzlukları devam etmiş. O nedenle yüzyıllarca birlikte yaşamaya alışık halklar yeniden fırsat olsa yine bunu başarır. Ama hükmetmeye başlayan yöneticilerin Türk, Yunan düşmanlığından beslendikleri bir gerçek. Hangi taraftan olursa olsun koltuk koruma sevdasındaki siyasetçilerin, ulusu fark etmez, devleti koruyormuş gibi göstererek köpürttükleri düşman duygular, halklara kalsa barışa evrilir, yeniden birlikte yaşamanın bir yolu bulunur. Beni, bu kitap çıktığından beri en çok mutlu eden duygu da Maria’nın ve İmrozluların insan yönleriyle daha yakından tanınmış olmaları. Artık, bizler onları anlıyoruz, ‘Rum’ derken bir yabancıdan bahsetmiyoruz. Biziz, halklarız, birbirimizi sevmenin anlaşmanın her zaman bir yolunu bulabiliriz.

ESKİYİ YÂD EDEN RUMLAR ‘TURİSTİK EŞYA’ DEĞİL

1960’lardan sonra göçlerle birlikte adanın demografik yapısı değişiyor. Bu değişim adanın sosyo-ekonomik yapısını nasıl etkilemiş size göre?

İmroz’da, toprakları elinden alınmış, okulları kapatılmış adalıların ağlayarak gidişlerinden sonra geriye hüzün kalmış. Onların bıraktığı evde, tahta sedire oturarak mutlu olamazsın, bence olamamışlar da... Devletin çeşitli sebeplerle getirdiği yeni adalılar, şimdi turistik sebeplerle adalı olanlar yeni bir hayat kurmuş. Eski, Rumlardan kalan şarap, zeytinyağı, sabun diğer bütün ürünler satılsa da her şey kötü bir taklit gibi. Onlar gitti, yeni haliyle Türklerin yazlık adası olduğu kabullenilecek, ancak oraya eskileri yad etmeye gelen insanlara da turistik eşya muamelesi yapmaya hakkımız yok.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN