Süleyman Erdem: IŞİD ve El Kaide 'tekfir'de ayrılıyor

Süleyman Erdem: IŞİD ve El Kaide 'tekfir'de ayrılıyor

IŞİD ve El Kaide'nin Türkiye yapılanmasına üye olmaktan tutuklu ve hükümlü bulunan kişilerle yaptığı bire bir görüşmelerini “Cihatçılar” adıyla kitaplaştıran SASAM Başkanı Süleyman Erdem, normal bir insanın radikalleşme sürecini Karar'a anlattı.

“Cihatçılar” kitabının yazarı, SASAM Başkanı Süleyman Erdem, radikal örgütlere sanıldığı gibi sadece kaybedecek birşeyi olmayanların katılmadığını anlattı. Kitabı yazma aşamasında çok sayıda hükümlü IŞİD ve El Kaide üyesiyle görüşen Erdem, IŞİD ve El Kaide arasındaki en temel farkın 'tekfir'de ortaya çıktığını vurguladı.

16-06/17/suleyman-erdem1.jpgSASAM Başkanı Süleyman Erdem

Gerçek bir dini dayanağı olsa bile bir insanı cihad adına ölmeye ve öldürmeye ikna etmek zor olmalı. İkna sürecinde kullanılan en temel sav nedir?

Dinin terör örgütlerince istismar edilmesi, diğer alternatiflere nazaran çok daha kolay. Zira dini konulardaki vaatler, “şehitlik” ve “Cennet” gibi daha çok öldükten sonraki hayata dair hususlardır ve hayatta iken karşılanmaları beklenmez. Ahiret hayatına ilişkin bu vaatler, mücadele edilen tarafa karşı bir nefret duygusunun oluşturulması ve beslenmesi ile birleştirildiğinde, ölmek ve öldürmek çok da zor olmuyor.

Suçluluk duygusunu nasıl aşıyorlar?

Bir topluluğa duydukları nefret nedeniyle, o topluluğa mensup kişileri kendi algısında canavarlaştıran, insan olarak görmeyen bireyler veya örgütler, düşman gördükleri topluluğa karşı uygulanan terör yöntemlerini meşru görürler. Mücadele edilen topluluk mensuplarının öldürülmeye layık kişiler olduğuna inandıran bir nefret, o kişilere karşı işlenen her türlü vahşice ve zalimce muameleyi meşru hale getirir ve suçluluk duygusunu ortadan kaldırır. Hele bu nefret, dini duygularla beslendiğinde, örneğin karşı taraf Allah’ın düşmanları olarak gösterildiğinde, öldürmek ve nefret edilen topluluğa zarar vermek için ölmek iyice kabul edilebilir hale gelir.

KAYBEDECEK ÇOK ŞEYİ OLANLAR DA KATILIYOR

Kaybedecek bir şeyi olmayan insanları bir örgüte çekmek daha kolay gibi görünüyor. Sizce bu böyle mi? Yoksa kaybedecek bir şeyi olanlar da radikal örgütlere çekilebilir mi?

Evet, mantıken terör örgütlerine katılanların daha çok kaybedecek bir şeyi olmayan insanlar olmaları beklenir. El Kaide ve IŞİD gibi İslam’ı istismar eden örgütlere katılımları açıklamaya yönelik oryantalist bakış açısı da bu şekilde zaten. Ama gerçek böyle değil. Bu örgütlere kaybedecek bir şeyleri olmayanlar kadar, hatta onlardan daha da fazla, kaybedecek çok şeyleri olanlar katılıyor. Görüştüğüm kişilerin neredeyse tamamı, ekonomik sıkıntı yaşamayan, normal ve üstü ekonomik imkanları olan, çoğu eğitimli, yarısı evli ve normal birer sosyal hayatı olan kişilerdi. Bunlar dışında ekonomik ve sosyal statüleri normalin çok üstünde olan kişilerin de bu örgütlere katıldıklarını görüyoruz. Abu Dabi’de atom mühendisi olduğu ve 60 bin dolar maaş aldığı belirtilen Avusturya vatandaşı bir kadının IŞİD’e katılmak için sınırı geçmeye çalışırken Türkiye’de yakalanması, bunun örneklerinden sadece biri.

Bu durum sadece dini terör gruplarına mı has?

Benzer durum, PKK ve diğer sol örgütler için de gözlemleniyor. Örneğin Çözüm Süreci'nin başladığı dönemden sonra PKK’ya 10 binin üzerinde katılım olduğu ve bunların en az yarısının eğitimli gençlerden oluştuğu biliniyor. Kimi üniversite mezunu, kimi de hala üniversite öğrencisi olan. Normal şartlarda üniversiteyi bitirdikten sonra en azından ortalama bir gelir düzeyine sahip olabilecek bu gençlerin, bu imkanları bırakarak terör örgütlerine katılıyor olmaları, sadece kaybedecek bir şeyleri olan kişilerin terör örgütlerine katıldıkları yönündeki savları geçersiz kılıyor.

ORTAK ÖZELLİKLERİ NEFRET

Radikal örgütlere katılan insanların en temel ortak özellikleri neler?

Radikal örgütlerin farklı ideolojilerden, dinlerden, mezheplerden ve milliyetlerden oluşabildikleri göz önüne alındığında, radikal örgütlere katılanların ortak özelliklerinin ideoloji, din, mezhep veya milliyet olamayacağı ortada. Bu özellikler dışında geriye eğitim durumu, ekonomik durum ve kaybedecek bir şeyi olup olmama gibi kriterler kalıyor. Bunların da ortak özellik olmadığını bir önceki sorunuzda cevaplamıştık. Bütün bunlar dışında geriye kalan iki seçenek var bence; nefret ve/veya radikal ideoloji… Nefret, radikal ideolojinin benimsenmesini, radikal ideoloji de nefreti beraberinde getiren bir bütünün adeta ayrılmaz parçaları.

El Kaide ve IŞİD üye çekme konusunda benzer yolları mı izliyorlar?

Temel olarak benzer yöntemler diyebiliriz. Ama IŞİD, bu konuda daha profesyonel çalışıyor. IŞİD, internet ortamını ve sosyal medyayı propaganda amaçlı olarak El Kaide'ye göre çok daha profesyonel kullanıyor. Aynı zamanda her türlü dehşet verici yöntemi kullanıp bunun medyada yankı bulmasını sağlayarak, ulaşmak istediği kesimlere rahatça ulaşmayı başarabiliyor. Normal bir insanı dehşete düşüren ve nefret ettiren bu eylemler, hedef kitledeki insanları sorgulamaya ve IŞİD’i araştırıp daha yakından tanımaya itiyor. Yine El Kaide’nin ders halkaları şeklindeki gayr-ı resmi eleman kazanma tuzakları, IŞİD örneğinde bunlara ilave olarak resmi dernek ve vakıflarla daha fazla kişiye ulaşıyor.

IŞİD İLE EL KAİDE ‘TEKFİR’DE AYRILIYOR

El Kaide ve IŞİD arasındaki en temel fark sizce nedir?

El Kaide, Cihadi Selefilik olarak tanımlayabileceğimiz, IŞİD’in benimsediği Tekfirci Selefiliğe göre daha az radikal bir ideolojiye sahip. Bu iki ideoloji arasındaki en temel ayırım da “tekfir”, yani birilerini kafir olmakla itham etmek hususunda ortaya çıkmakta. Bu ayrılık en çok, kendini demokrasi ile yönetilen İslam ülkelerinin halklarının tekfir edilip edilmemesi hususunda ortaya çıkıyor. Hem Cihadi Selefilik, hem de Tekfirci Selefilik, demokrasiyi şirk (Allah’a ortak koşma) olarak görmekte ve şirk olduğunu bile bile demokratik rejimi savunmanın ve bu rejime itaat etmenin insanı şirke götüreceğini vaaz etmekte. Ayrıldıkları nokta ise demokrasinin şirk olduğunu bilmeyen kişilerin durumuna ilişkindir. El Kaide, Müslüman ülke halklarının demokrasinin Allah’a şirk koşmak olduğu hususunda cahil olduklarını, cehaletin tekfir önünde bir engel olduğunu ve demokrasi ile yönetilen Müslüman halkları tekfir etmemek gerektiğini savunur. Tekfirci Selefiler ise, demokrasinin şirk olduğunu ve bunu bilmemenin mazeret olamayacağını, dolayısıyla da demokrasi ile yönetilen halkların müşrik olduğunu savunur. Bu ayrım, Müslüman ülkelerde eylem yapılması ve eylemlerde müşrik olarak görülen Müslümanların da hedef alınması açısından önemli bir nokta.

ANNEMİ BİR İMAM VAZGEÇİRDİ…

Araştırma sürecinde görüştüğünüz örgüt mensuplarının hikayelerine ilişkin aklınızda kalan ilginç detaylar nelerdi?

Aslında görüştüğüm kişilerin her birinin hikayesi ilginç. Tekfirci Selefiliği benimseyen ve IŞİD’e müzahir olarak nitelenebilecek, kendilerini Tebliğ Cemaati mensubu olarak tanımlayan ancak El Kaide üyeliğinden tutuklanan Erzurum Hınıs doğumlu Güler kardeşlerden örnek vereyim. Ağabey Güler, Tekfirci Selefiliği benimsemeden önce oldukça dindar bir kişiymiş. Fethullah Gülen’i takip ediyormuş. Askerdeyken Gülen’in kasetlerini dinlediği için eziyet bile görmüş. Kardeşi de kendisi gibi Gülen cemaatine mensupmuş. Ama Emrah’ın kafasında tam cevaplayamadığı bazı sorular dolaşıyormuş. Askerden sonra kardeşiyle birlikte Cübbeli’nin cemaatine katılmışlar, onun ve hocası Mahmut Efendi'nin sohbetlerinden etkileniyorlarmış. Emrah, camilerde sabahlara kadar ibadet ediyor, ağlıyor ve Allah’a niyaz ediyormuş. Ama 2004’te memleketinden bir arkadaşı vesilesiyle kendi tabiriyle ‘gerçek İslam’ ile tanışmış ve fikirleri tamamen değişmiş. Camilerde sabahlara kadar ibadet edip gözyaşı dökmesini şirk olarak görmeye ve daha önce sohbetlerinden etkilendiği Mahmut Efendi’yi şerefsiz olarak nitelendirmeye başlamış. Emrah, kendisine tebliğ yapıldığında önce kabullenmek istememiş ama sonra tavsiye edilen kitapları okudukça kendisine tebliğ yapanların haklı olduklarını kabul etmiş.

Bunu nasıl anlatıyordu kendisi?

Bu durumu şöyle açıklamıştı: “Okudukça sisteme nefretim arttı, hem şirk işleyip hem de ibadet edenleri gördükçe ıstırap çekiyordum. Anneme tebliğ yaptım ama annem reddetti. Annem iman etmek üzere iken, Erzurum Çat’ta yerel bir Belam (imam için bu ifadeyi kullanıyor) onu vazgeçirdi. Anneme her telefonda tebliğ ediyorum. Bu hal üzere ölürlerse kabirlerine gitmeyeceğimi, kafir olarak öleceklerini tebliğ ediyordum.”

RADİKALLİKTEN KURTARMA STRATEJİLERİ UYGULANMALI

Örgütlerin yeni genç üyeleri kendilerine çekmelerine engel olmak için devlet ya da STK düzeyinde neler yapılabilir?

Maalesef Türkiye’de radikalleşme ile mücadelenin öneminin farkında olan pek fazla kurum yok. Başta ABD ve Avrupa olmak üzere pek çok ülke bu konuda çalışmalar yaparken, Türkiye’de radikalleşme ile ilgili çalışma yapan tek kurum Polis Akademisi bünyesinde 2006 yılında kurulan Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Araştırma Merkezi (UTSAM). Bu merkez de özel olarak radikalleşme çalışmıyor. Bu noktada en önemli görevlerden biri, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı’na düşüyor. Bugün Irak, Suudi Arabistan ve Singapur gibi ülkelerde ‘radikallikten kurtarma’ stratejileri uygulanmakta ve bu stratejiler eğitim, çalışma hayatına hazırlık, dini konularda diyalog ve mahkumiyet sonrası programları ile mahkum ve tutukluları topluma tekrar kazandırmayı ve onları topluma tekrar entegre etmeyi amaçlamakta.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN