Evde enfeksiyon korkusu

Alıştığımız hayat düzeninin birden bir felaket veya bir salgınla darmadağın olması…

Giderek yayılan ve zihinleri esir eden virüs korkusu… Issız sokaklar, bomboş dükkanlar, birbirinden korkan gergin insanlar…

Kulağa tanıdık geliyor değil mi?

“Ofisteki ilk günümün böyle olacağını hiç düşünmemiştim” diyor genç polis memuru Leon Kennedy… Açıkçası ben de hem 2020’nin, hem de doğum günümün böyle geçeceğini hiç düşünmemiştim.

Belki de bu yüzden tekrar Leon’un yeleğini giyip, Resident Evil 2 oynamaya karar verdim.

***

Baş karakter Leon ile -hele şu dönemde- gerilimli bir dayanışma hissetmemek elde değil. Dumana maruz kalınca öksürüyor, bir ısı kaynağına yaklaşınca eliyle yüzünü koruyor, metruk bir yere geldiğinde kimse var mı diye bağırıyor…

Yaralanırsanız yalpalamaya başlıyor. Bir belayla karşılaştığında şansına kahrediyor, oyun ilerledikçe elbiseleri pespayeleşiyor. Oyunda birkaç kez çok başarılı kotarılmış, sevilesi yan karakterlerle yüz yüze gelseniz de bu izolasyon duygusu hiç kaybedilmemiş.

Oyunun büyük kısmının geçtiği karakolun lobisi…

Bilenler bilir, Resident Evil 2 bir yeniden yapım. Ortaokuldayken bir arkadaşta kutusunu görmüş, “abi boş ver, bu çok korkunç” dedikleri için korkarak uzaklaşmıştım. Bunda oyunun kapağındaki zombi suratının etkisi elbette yadsınamazdı.

Sonra, başka bir arkadaşta oynamış ve bayılmıştım.

Bu yeniden yapımda benim gibi yaşı yetenler, mekanları ana hatlarıyla hatırlayacaktır. Eski tüplü monitörler, usb adaptörler, dokunmatik ekransız bir hayat, kablolu telefonlar bizi o tanıdık dehşetin içine çekiyor. Özellikle cep telefonlarının yaygın olmadığı bir hayatta çaresizlik duygusuna düşmek çok daha kolay.

***

Bu durum, oyunun temel mekaniklerine de işlemiş. Vurduğunuz neredeyse hiçbir zombi ölmüyor, sadece yere çuvallanıyor.

Size yardım eden ve sık sık ipuçları veren, telefonun ucunda bekleyen biri yok. Bir karakterle aynı odada değilseniz, ölüp ölmediğini, -ya da daha beteri- enfekte olup olmadığını tespit etmek imkânsız.

Ne zaman bir cesedin yanından geçseniz nabzınızın hızlandığını hissediyorsunuz. Kapısı kilitli bir odada yalnız olmak bile güvende olmanız anlamına gelmiyor.

***

Birkaç kalas çivileyip güvene aldığınızı sandığınız bir pencerenin şırak diye tuzla buz olması ve akabinde tüyler ürpertici bir homurtunun karanlık bir koridordan size yaklaşması paha biçilemez bir deneyim…

Bütün bu korkunun yanında oyunun meşhur karakolundan kurtulabilmek için zekanızı da epey çalıştırmanız gerekecek. Genelde Uzakdoğu oyun tasarımının gerçekliğe esir olmayan güzelliği burada kendini bayağı belli ediyor.

Eski bir sanat galerisinden bozma yağlı boya tablo gibi bir karakol, ortasında muhteşem bir tanrıça heykeli, altında upuzun bir dehliz ve… gerisini cidden burada anlatmamalıyım.

***

Oyun ustaca kurgulanmış klostrofobisinin yanında bir virüs salgınının hunharca tokatlayıp durduğu bir şehirde olduğunuzu da sonuna kadar hissettiriyor. Her tarafa dağılmış evraklar, parçalanmış itfaiye vanaları, vatandaşları evde kalmaya çağıran dehşetli anonslar, bulduğunuz günlükler, kana bulanmış kepenkler…

Bu günlerde böyle bir oyun oynamak garip bir şekilde bana kendimi çok soğukkanlı ve güçlü hissettiriyor.

Zannediyorum devreler üzerinde seyahat eden elektrik sinyallerinden oluşmuş olsa da felaketlere karşı ayakta durmaya çalışan birine empati duymak, biz insanların fıtratında var.

***

Oyunu hem PC, hem Playstation 4, hem de Xbox One platformlarında oynayabilirsiniz. Hele gelecek ay Resident Evil 3 geleceği için oyuna şu an başlamak tadından yenmeyecektir. Bütün kalbimle ümit ediyorum ki biz bu iki oyundan canlı kurtulduğumuzda dünyada da koronavirüs dehşeti en azından azalmış olsun.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.