Bu o kadar önemli ki…
Kur’an-ı Kerim’in Âl-i İmran suresinin 104’üncü ayeti mealen şöyle:
“İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir “ümmet” bulunsun; işte kurtuluşa erenler onlardır!”
Anadolu’daki konferanslarımda bu ayeti çok paylaştım. Ayetteki “Ümmet” kelimesi Kur’an meallerinde çoğunlukla “Topluluk” anlamında kullanılmış. Ben konuşmalarımda Hak Dini Kur’an Dili isimli tefsiri hazırlayan büyük ilim adamımız Elmalılı Hamdi Yazır’ın bu kelimeye verdiği “Öncü topluluk” anlamını önemsediğimi ifade ettim. Bu durumda ayetin meali şöyle oluyordu: “İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir “ümmet – öncü topluluk” bulunsun; işte kurtuluşa erenler onlardır!”
Ayet, tamamen “mü’min - inanmış” bir toplum vasatını gündeme getirmekteydi. “Öncü topluluğun” görevi, öncelikle “Hayra çağırmak”tı. “Hayır” iyilikler bütününü ifade etmekteydi. Demek ki bir “mü’min topluluk” iyiliklerin paylaşıldığı, o alanda bir eksiklik varsa onun tamamlanması için çaba gösteren bir topluluğun bulunduğu toplumdu.
Ayette ardından “iyiliğin – maruf”un bir anlamda emredildiği, telkin edildiği, yapılması konusunda belki yaptırımların devreye sokulduğu bir eylemliliğe ihtiyaç vardı. Kur’an’ımıza göre bunun için de bir “Öncü topluluk” gerekiyordu.
Üçüncü kademede söz konusu olan “mü’min - inanmış” bir topluluk da olsa, yanlışlıklar, kötülükler bulunabileceği dikkate sunuluyor Kur’an’da… Kötülük biteaviye devam etmemeli. Bu toplumun tümünü fesada uğratır. Öyleyse o “mü’min - inanmış” topluluğun içinde bir de istikametten sapmalara karşı uyaracak bir “öncü topluluk” da bulunmalı.
Neden “Öncü topluluk?” sorusu tabii olarak akla gelecektir. Kur’an’ı inzal eden Kudret, toplumların psikolojisini de bilen Kudret’tir. Toplumlar farklı saiklerden etkilenip, kimi zaman bir akışla sürüklenip gidebilir. Öyle bir külli savrulma yaşandığında “Öncü topluluk” misyonuyla bir “Peygamber” gönderilir.
Kur’an, bundan sonra gelecek inanmış toplumlara içlerinde uyarıcı bir öncü topluluk bulundurma sorumluluğu yüklüyor.
Maide Suresi 8’de “Ey İman edenler! Allah için adaleti ayakta tutan şahitler olun.” çağrısında bulunuluyor. Bazı meallerde “Hakkı ayakta tutma” anlamı veriliyor ayette geçen “Kıst” kelimesine… Doğrudur, adaleti ayakta tutmakla Hakkı ayakta tutmak neredeyse aynıdır. Mü’minlere hitap şu oluyor bu durumda: Adalet diuye, hakkı ayakta tutmak diye bir meseleniz olnu. Hakkın – adaletin yerlerde süründüğü durumlar olursa bunu görün, gafil olmayın, “bana ne” demeyin…
En yukarıya aldığım “Al-i İmran, 104’ün sonu “İşte kurtuluşa erenler onlardır!” diye bitiyor.
İlahi mizanda “toplumsal kurtuluşun reçetesi, hayra çağırmak, iyilik kapsamına giren her şeyin hayata geçmesi, kötülük kapsamına girenlerin de izalesini gerçekleştirecek bir “öncü topluluk bulunması” olarak belirleniyor.
Bu Kur’an’ın mü’min toplulukların önüne koyduğu bir tür “Misyon.” Toplumun gidişatını gözleyen, genel toplumsal akışı iyilik – kötülük noktasına bir tür süzen, toplumu bu noktada uyaran, kimi zaman “emretme – nehyetme” boyutunda uyaran, Peygamberimizin çok bilinen hadis-i şeriflerinde ifade buyurdukları gibi “Eliyle – diliyle” önlemeye çalışan, o da mümkün olmamışsa, en azından “kalbe tavır koyan” bir topluluk…
Böyle bir misyon zor bir misyondur. Kimi zaman anlaşılmayan, yadırganan bir misyondur. Alışkanlıkları değiştirmek kolay değildir. Paylaşım ortamlarında adalet çağrısını duymak kolay değildir. Çiğnenip geçilebilirsiniz. Birçok Peygamber’in toplumları tarafından dışlandığı, hatta katle maruz kaldığı yine Kur’an’ın bize verdiği bilgilerdendir.
İslam tarihinde de toplumların güç odakları tarafından büyülendiği ortamlarda birçok büyük alim, uyarıları ya da genel akışa karşı koymaları sebebiyle işkenceye maruz kalmışlar, hatta ömürleri zindanlarda sona ermiştir.
Aslında Kur’an’da, “Öncü topluluk” bulundurma görevi “İçinizde” ifadesiyle tüm topluma verilmektedir.
Yani toplum sağlıklı olarak yaşamak ve ilerlemek istiyorsa, kendi yaralarını sarmak durumundadır. Bunun için de “Yaraları gören bir göz”e ihtiyacı vardır. Her toplum için böyledir, İslam toplumu için de böyledir.
Toplum, hem hastalanmış, hem de böyle bir “öncü topluluk” üretemez hale gelmişse, “Burada bir patalojik durum var” diyenlerin üzerine yürümeye başlamışsa bu apayrı bir problemli hal demektir.
Sonuç olarak ne diyeyim, Kur’anımızı biraz daha kendi üzerimize alarak okumak gerektiğini düşünüyorum.
Biz bazen, hastalığımızı teşhis eden doktorları dövmeye başladık. Bunun nasıl bir halet-i ruhiye olduğunu tasavvur edebiliyor muyuz?