CHP için ne yapılabilir?

Geçen gün bir kanalda rastladım. CHP’nin üç âkil insanı çıkmış: Hikmet Çetin, Murat Karayalçın ve Altan Öymen… Öymen ve Çetin aynı zamanda CHP genel başkanlığı yapmış iki isim. Karayalçın ise CHP’nin yerine kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin genel başkanlığını yapmış…

Üç isim de 100’üncü kuruluş yıldönümünü kutlayan CHP üzerine söz söyleyecek birikime sahip. Söylediklerinden kesin yararlanılabilir.

Ama bana sanki yeni nesilden üç kişi çıkarılsaydı ekrana da CHP’nin bugünkü misyonunu analiz etselerdi daha faydalı olurdu gibi geliyor.

Seçimlerden bu yana CHP gündemde. Kılıçdaroğlu kaybetti, İttifak kaybetti, bu arada Kılıçdaroğlu’nun Ümit Özdağ ile acayip mutabakatı ortaya çıktı, ülkenin bu en zor zamanında bile kaybetmek, İttifaktan daha çok CHP’nin vebal hanesine yazıldı. Çünkü İttifak’ın en büyük bileşeni oydu.

CHP ana sorumlu olarak göründü, çünkü “kazanamayacak” tahmini önceden ve İttifak’ın ikinci büyük bileşeni tarafından yapılmıştı. “Kazanamayacak”ın yanına “Kılıçdaroğlu” ismi yazılmıştı “CHP’li olmak”ın da Türkiye siyasetinde “Eli gitmemek” gibi bir sendrom oluşturduğu biliniyordu.

Belli ki CHP yöneticileri de bunun farkında idi ve “Eli gitmeyen”leri “Eli giden” haline getirmek için kimi adımlar atılmaktaydı.

İnönü döneminde başlamıştı, Ecevit “Özgürlükçü laiklik” diyerek, meydana kasketle çıkarak, “Ortanın solu Muhammed’in yolu” sloganını üreterek adım atmıştı, Baykal’ın dünyasında “Değişim” vardı ve Kemal Kılıçdaroğlu “Muhafazakâr kitlelelere açılım” temasları sürdürmekteydi. Son İttifak da, yüzde 50 artı 1 sisteminin zorladığı bir gerçeklik de olsa, açılımdı.

Birçok kanalda CHP masaya yatırılıyor. İçerde “Değişim” tartışılıyor. Acaba bu, seçim yenilgisinin getirdiği zaaf ortamında Kılıçdaroğlu’nu değiştirip yerine geçme operasyonu mudur, yoksa CHP’nin halkla ilişkideki ana sorunlarını belirlemiş ve yeni bir yola karar vermiş bir kadronun hamlesi midir?

Değişim!

Değişim deniyorsa, bir şeyler değiştirilecek demektir.

Zor soru, “Ne değişsin, nasıl değişsin?” sorusudur.

Ardından “Bu değişimi kim yapacak, yapabilecek mi?” sorusu gelir.

Konu özellikle CHP’ye yakın kanallarda tartışılıyor.

Mesela Kılıçdaroğlu’nun muhafazakâr kesimlerle iletişim kurması ve son olarak seçimlerde önemli sayıda muhafazakâr milletvekilini CHP listelerinden Meclis’e taşıması “Sağa açılım” olarak niteleniyor ve bunun CHP’ye bir faydasının olmadığı, olmayacağı ifade ediliyor.

Bakıyorum, partinin “Devrimcilik” özelliğinin yeniden altı çiziliyor, “Laiklik” konusundaki duyarlılığın zaaf geçirdiği ifade ediliyor, “Atatürk dönemindeki CHP” çizgisi özlemle yad ediliyor vs… Bu arada “Cemaatler, tarikatlar, Diyanet vs…” üzerinden de karşıt dünyadaki “Tehlikeler”e karşı öfke sergileniyor.

Bir tür “Kökler”e ya da “Fabrika ayarlarına dönüş” söylemi. Zaten “100’üncü yıl” türü kutlamalar, potansiyel olarak bir “Eskiye özlem” hissiyatını besleyici motiflerdir.

Bu psikolojiyi anladığımı sanıyorum. Bu bizim zaaf geçirdiğimiz yeni zamanlarda “Asr-ı Saadet”le övünmemize benzediğini düşünüyorum. Bir tür “Laik – Kemalist Asr-ı Saadet…”

Ama demokrasi, yani halkın iradesinin belirleyici olması, bu süreci desteklemiyor. Aslında sisteme adını veren Cumhuriyet de o yapıyı desteklemiyordu. Ama “Halka rağmen” dediğinizde akan suların durduğu belli bir süre geçti. Sonra halka danışıldı ve halkın farklı bir yerde durduğu ortaya çıktı. O zamandan beri de CHP dünyasında bir miktar “halka öfke” vardır.

Neylersiniz ki halk budur. CHP’deki açılımlar, diğer ifadeyle bir ara içerden de dillendirilmeye başlanan “Normalleşme çabaları” bir anlamda “Halk dilini anlama” çabalarıdır.

“Halk” deyince de tabii “Tek dilli” bir varlıktan söz etmiyoruz. Halkın oyuyla iktidar olanların da, diyelim mevcut siyasi iktidarın, tüm halkın dilini bulduğunu söylemek mümkün değil. Demokraside çoğunluk iradesi belirleyici olduğu için, çoğunluğu alan iktidar oluyor. Zaman zaman bu sütunlarda siyasi iktidarın da halk diline yeterince özen göstermediğini ifade ediyoruz. Kaldı ki “Halk dili”nin mutlak doğruyu işaret ettiği de tartışılabilir. Halktan farklı düşündüğünüzde bile hedefinize halkın en azından çoğunluğunu ikna ederek gitmek demokrasinin gereğidir.

Ama CHP’ninki bir sendroma dönüşmüş durumda. “Tek başına iktidar olacak bir halk karşılığı oluşturamamak…”

Dert etmeseniz sorun olmayabilir. Türkiye’nin, iktidar alternatifi bir muhalefete ihtiyacı olmasa (Bu ihtiyacı 20 küsur yıldır iktidarda bulunan siyasi lider bile ifade ediyor) demokrasinin böyle sağlıklı olacağı bilinmese yine dert olmayabilir. Gel gör ki, iktidarın yanlışları karşısında alternatifsizlik toplumu bunaltıyor.

CHP dünyası biraz karışmış durumda. Tek bir mutfak yok. Kılıçdaroğlu’nun menüyü belirlediği merkez mutfak çalışıyor mu bilmiyorum.

Alternatif bir mutfak çalışıyor gibi. Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel’in birlikte oluşturduğu gözlenen mutfak… “Değişim”in sözcülüğünü onlar başlattı. “Nasıl bir değişim”in cevabı henüz net değil.

İmamoğlu’na İstanbul’u veren hem de Tayyip Erdoğan’ın elinden alıp veren bir halkla ilişkiler yapısı, onun arkasında bir “Değişim projesi” var mı, bu CHP’nin tüm kanatlarını toparlar mı, daha ötesi “CHP medyası” denen çok karmaşık alanı tatmin eder mi, bunlar henüz cevabı bilinmeyen sorular…

Önümüzde mahalli seçimler var. CHP’deki gelişmeler, helan tüm ittifaklara mesafe vurgusu yapan İyi Parti’yi de ilgilendiriyor. Ortadaki soru şu: CHP ve İyi Parti Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçiminden sonra yerel yönetimleri de iktidara teslim eder mi? Muhalefette olan bitenin Cumhurbaşkanı’nın dünyasına büyük keyif verdiği medyaya yansıyan tüm fotoğraflardan anlaşılmıyor mu?

YORUMLAR (119)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
119 Yorum