‘İnsan onuru’nun neresindeyiz?
Kur’an Allah’ın insanları “Mükerrem – Onurlu, haysiyetli, şerefli, hürmete layık” yarattığını bildirir. (İsra, 70)
Hazreti Peygamber “Hayvanların dövülmemesini, onlara sövülmemesini” bildirirken de belli ki onların onurlarının korunmasına hassasiyet göstermiştir.
Yunus’un “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmek” ifadesi de yaratılan her şeyde bir “Yaratıcı iradesi” arama ve ona saygı gösterme yaklaşımıdır.
Ben bir ara İslam’ın inşa etmek istediği “rahmet iklimi”ni anlatırken, Muhyiddin Arabi’nin “Kur’an’a iyi davran, namaza iyi davran” sözlerinin yanında “Yere iyi davran, göğe iyi davran” gibi uyarılarının da bulunduğunu anlatmıştım. Çiçeğe de böceğe de iyi davranılacak.
Şeyh Galib söylemiş: “Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen, merdüm-i dide-i ekvan olan Ademsin sen. “Ey insan evladı! Kendine saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/göz bebeği olan insansın.”
Bunlar, bizim, yani İslam kültürünün insan onuruna yönelik ana çerçevesi.
İslam toplumları bu çerçeveyi, tarih içinde ne kadar hayata geçirmiş, bugün ne durumda diye sorulursa belki zaaflar adına söylenecek çok şey vardır.
Ama o ilkeler orada duruyor ve gerek kişisel planda gerek toplumlar boyutunda, ya da gerek sistem yapılanmaları, yönetim ve siyaset dili olarak ele alıp yeniden yola çıkmayı engelleyen bir şey yok.
Bazen “Cebimizdeki güneş”i başka yerlerde arayacak hale gelmişiz. Osmanlı’nın son zaaf asırları boyunca “Islahat – Tanzimat Fermanı” adı altında Avrupa onaylı “kendimizi düzeltme” belgeleri oluşturmamız ya da son son binlerce sayfalık bu defa AB onaylı “müktesebat” aktarımına yönelmemiz bunun örneği.
Ne olduk, bir şeyler olabildik mi? “İnsan onuru” öncelikli sistemler kurabildik mi? “İnsan onuru” yaşanırken örneklenecekse, yaşama alanlarımız -hem de tüm İslam dünyası olarak- insan onuru öncelikli inşa edilmiş midir? Yoksa İslam’ın insan onuruna ilişkin önceliklerinin sınandığı dünya örneklerinde diyelim bir Batı ülkesi bizden çok çok önde mi görünüyor?
Konuya ülkemizin siyaset zemini açısından baktığımızda ne görüyoruz?
Ak Parti yola çıkarken öncelediği üç ilke, “Yoksullukla, Yasaklarla ve Yolsuzlukla mücadele” idi.
Aslında bu üç ilkenin de “İnsan onuru”na yönelik hassasiyetle bağlantılı olduğu söylenebilir. İstenen şu: İnsanoğlu yoksullukla boğuşmamalı, yasaklarla ufku kapatılmamalı, yolsuzluklara bulaşıp kendi onurunu da başkalarının onurunu da ayaklar altına almamalı.
Gelinen noktada bu üç alanda da dibe vuruş söz konusu. “Yoksulluk sınırı” her gün biraz daha toplumun üst gelir gruplarına doğru yükseliyor, artık açlık sınırının on milyonlarca insanı bürüdüğünü konuşuyoruz.
“Yoksullaşma” genel bir iklim haline gelmiş bulunuyor. Milyonlarla ifade edilen “Çocuk yoksulluğu” diye bir olgu, “Kıtlık bilinci” içinde büyüyen bir nesli önümüze koyuyor. Büyük çoğunluğun “Alan el” haline geldiği bir toplum söz konusu. “Yoksulluğu yenmek”ten değil “Siyasi hesaplarla yönetmek”ten söz ediliyor artık. Sokakta mikrofon uzatılan genç – yaşlı, kadın – erkek herkes, nasıl geçinilemediğini anlatıyor. Herkesin hayatında azalma, ufkunda daralma, mevcut statüsünü - oturduğu evi, semti, hatta şehri kaybetme endişesi var. “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” türküleri böyle zamanlar için söylenmiş olmalıdır.
İnsan onuru nasıl korunacak?
Yasaklar… Mahkemelerin çatır çatır mahkûmiyet verdiği, cezaevlerinin tıka basa dolduğu, rakiplerin siyasi yasak kıskacı ile boğulmak istendiği bir ülke manzarası. Tayyip Erdoğan tam da böyle manzaraların içinden gelmemiş miydi? Tayyip Erdoğan’ı şiir okudu diye siyasi yasaklı hale getiren sistemde “insan onuru” gözetiliyor muydu, bugün bir rakibi, bir cümlesinden yola çıkıp tasfiye edebiliyorsak, ne fark kaldı öncekilerle? Siyasi irade, en kaba operasyonlarla en bağımsız – tarafsız olması gereken yüksek yargıyı bile dizayn etmeye çalışıyor. 20 yılda ne getirildi ülkeye insan onuru adına?
Yolsuzluk dosyalarına girmemeyim. Kendi bakanlığına deterjan satan bakanın teşekkürle uğurlandığı ülkeyiz. Kriminal tiplerin o işleri soruşturmaktan sorumlu bakanlarla boy boy fotoğraf çektirildiği ülkeyiz.
Bütün bunların yanında ben en çok “Reis’in ayaklarını yalamak”tan söz eden kimseye bugüne kadar hiçbir şey söylenmemiş olmasının ortaya çıkardığı “Onur sorunu”na bakıp hayıflanıyorum. Kürsülerden “Biz buradan ne söylersek yersiniz” üslubunda seçmeni aptal yerine koyan üsluplar da çok derin bir “insan onuru” nu yansıtıyor, ister anlayalım ister anlamayalım.
Sözü uzatmayayım, tam bu noktada 6’lı Masa’nın ortaya koyduğu anayasa taslağında Anayasanın temel hakları düzenleyen ilk maddesine “İnsan onuru dokunulmazdır ve anayasal düzenin temelidir” ifadesi eklenmesini, son mutabakat metninde de ona vurgu yapılmasını önemsedim. “Devletin temel işlevinin insan onurunu korumak ve ona saygı göstermek olduğu vurgusu” bu ülkede yaşayan herkesin görmesi ve takipçisi olması gereken bir hassasiyettir. Bu hassasiyetteki tutarlılığın da gözetmeni olacağımız bilinmelidir.