Dünyanın kıskandığımız şeyleriyle yüzleşmem

Emektar arabam arıza sinyali verdi, yolda bıraktı beni.

Hans’la George’un benim yerimde olmaya can attıklarını düşünerek teselli ettim kendimi.

Avrupa’yı, ABD’yi kıskandıran halimden şikayet edecek değildim. Buna da çok şükürdü, Allah beterinden sakınsın; külüstürün külüstürü vardı.

Tam benim emektarı da bulamayanlara acırken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikazıyla irkildim.

Şöyle diyordu:

“Sırf daha iyi arabaya binmek, daha yeni telefon alabilmek, daha çok konsere gidebilmek gibi sufli heveslerle başka ülkelerin kapısına varanlara acıyarak bakıyoruz.”

Arabam yolda kalıyor, servis tarifeleri el yakıyor, cep telefonumun ömrü doldu ama bu çılgın fiyatlarla yenilemeye yanaşamıyorum, gitmekten keyif aldığım kimi konserler iptal ediliyor, hayat da çok pahalandı, bütçeme uydurmak için ayağımı kısa uzatıyorum diye başka ülkelere gitmeyi hiç aklımdan geçirmedim.

Şartlarım elverse yurt dışındaki bazı konserlere gitmeyi isteyebilirdim, sonra geri dönmek üzere, o kadar.

Oralarda daha uygun fiyata, benden daha iyi yaşamadıklarını yetkililerimizden sürekli duymak, bilmek de rahatlatıyordu.

Buna rağmen şansını başka ülkelerde denemek isteyenleri hiç kınamadım.

Mutluluğu aramak, her insanın en temel hakkı. ‘Süfli heves’ olarak suçlamadım.

Cumhurbaşkanı’nın yukarıdaki çıkışını, A Haber “Telefona vatan satanlara ders” başlığıyla verdi.

En sert ekmek kavgalarında, hayat mücadelelerinde bile mutluluğu yakalamak mümkün. Ama yarınından emin olmadan, bir gelecek göremeden, boşa kürek çekme duygusuyla olmuyor.

Daha iyi bir gelecek için umutlarının peşinden Avrupa’ya, ABD’ye giden gurbetçilerimize; acıyan gözlerle bakmadım bu yüzden. “Telefona vatan satıyorlar” diye hiç bakmadım.

Üstelik Cumhurbaşkanı, şimdi bize yanlış bildiğimizi söylüyor.

Sürünüyor, bizim hayatımızı kıskanıyor zannettiklerimiz; meğer daha iyi telefon alıp daha iyi arabalara biniyormuş. İstedikleri konserlere de gidebiliyorlarmış.

Ve bu imkanlar; bazı vatandaşlarımıza cazip, özendirici, baştan çıkarıcı geliyormuş. O pırıltılı hayatın çekimine kapılıyorlarmış.

Daha iyi bir yaşam isteğiyle ayartılmaları da ayıplanacak bir şeymiş. Vatan sevgileri sorgulanıyor. Zaaflarına yenik düşmekle yeriliyorlar.

Hans’la George’un böyle imrenilecek bir hayat yaşadıklarını duymak, sarsıcı bir itiraf oldu.

Bardağın dolu tarafından bakmaktan yanayım. Gerçeğimizle yüzleşmek ve değiştirmek açısından, doğrusu bu.

10-001.jpg

Kendimizi kandırarak yanlışlarımızı düzeltemeyiz, daha iyi bir hayata kavuşamayız.

“Giderlerse gitsinler” yaklaşımının terk edilmesi de aynı yönde atılmış ileri bir adım.

Erdoğan, “Türkiye’nin kaybetmeyi göze alacak tek bir evladı yoktur” diline döndü.

Daha sevindirici olansa umut ve vaat veren şu sözleri:

“Gençlerimizin, başka ülkelerdeki hiçbir şeye gıptayla bakmayacakları gelişmişlikte bir Türkiye’yi inşa edene kadar bize durmak, duraksamak yok!”

Gidişatımızdaki kötüleşmeleri inkar etmeyen, gerçekçi bir iktidar- muhalefet rekabeti için yeni bir başlangıca vesile olsun.

CHP MİLLİ GÜVENLİK SORUNUYSA

Mersin’deki terör saldırısını, PKK üstlendi. Fakat iki teröristten biri olarak açıklanan Dilşah Ercan’ın saldırıya katılmadığı, hayatta olduğu iddiasıyla...

Terör örgütünün sözüne güvenecek değilim. Bilgi kirliliğini önlemek ve gerçeği ortaya koymak, İçişleri Bakanlığının görevi. Kamuoyunu aydınlatma sorumluluğunun yerine getirilmesini bekliyorum.

Çünkü iddia doğruysa CHP›yi suçlamak için bilerek kamuoyunun yanıltıldığı, bize resmi ağızlarca yanlış bilgi verildiği gibi vahim bir sonuç çıkar.

Terörle mücadelenin, seçime giderken muhalefeti karalamak için siyaseten istismarı, hepimizi kaygılandırması gereken bir sorun.

Bu arada Cumhurbaşkanı; 10 yıl önceki tutuklu gazeteciler raporunda terörist Ercan’ın da adı geçtiği için CHP’yi, “milli güvenlik sorunu” ilan etti.

Yeni Şafak’ın spotundaki şu gerekçeyle:

“CHP, teröristlerden birini gazeteci olarak savundu. CHP, bir milli güvenlik sorunudur. CHP, devletin dediğine kulak vermeliydi.”

CHP’li Özel de suçlamayı AK Parti’ye iade etti. Kendi raporları henüz yayınlanmamışken Çözüm Süreci’nde, adı geçeni hapisten tahliye eden yargı paketini hatırlattı. Kimin çıkardığını sordu.

Şahsen, «devlete kulak vermeme» suçlamasıyla daha çok ilgiliyim.

Başörtüsü yasağıyla Erdoğan’a hapis ve siyaset yasağından AK Parti’ye kapatma davasına kadar... Geçmişte verdiği her karar ve bilgiyi gözü kapalı doğru kabul edip devlete, şüphe duymadan kulak vermediğim için...

Cumhurbaşkanı; hükümet ve yargı gibi devlet organlarına kulak vermemeyi, “hükümet eleştirisi değil devlet düşmanlığı” olarak nitelendirdi.

Bu, CHP’yi “milli güvenlik sorunu” yapıyorsa devlet yetkisinin kötüye kullanılıp kullanılmadığıyla ilgili geçmişteki güvensizlik ve sorgulamalarım, beni ne yapar!

YORUMLAR (47)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
47 Yorum