Eski AK Parti de Türkiye düşmanı mıydı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle bir siyasi denklem kurdu:
“Türkiye ile AK Parti’nin kaderi adeta bütünleşmiştir. Türkiye’yi seven AK Parti’yi de seviyor. Türkiye’den nefret eden bizden de nefret ediyor.”
AK Parti’yi hiçbir zaman sevip desteklememiş olanlar da bu hükme tabi. Eskiden destekleyip şimdi eleştirenler, eskiden sevip şimdi sevmeyenler de.
AK Parti karşıtlığı, Türkiye karşıtlığıyla eşitlenmiş oluyor.
Kötü yönetimden şikayet ettiniz diyelim. İktidardaki partinin herhangi bir politikasını beğenmediniz, bir icraatını yanlış buldunuz...Türkiye’ye düşmanlık ve hainlik etmiş sayılıyorsunuz.
Vatanseverliğinizi göstermenin yek yolu kalıyor; iktidarı gözü kapalı desteklemek!
Fakat bir dakika! Eski AK Parti de yeni AK Parti’yi artık sevmiyor. Birbirlerinden hazzetmedikleri sır değil. O ne olacak?
AK Parti tanınamayacak kadar değişti, eskisi gibi değil.
Ve yeni AK Parti’yle eski AK Parti, bu yüzden kıyasıya bir kavga içinde.
Kavga, körü körüne itaat dayatmasından çıktı.
Yenisi kayıtsız şartsız biat istediği, kendisini özeleştiriye, iç sorgulamaya dahi kapattığı için eskisiyle yolları ayrıldı.
Parti yönetimi dışarıdan eleştiri kabul etmediği gibi, içeriden itirazları da hoş görmez hale geldi. İtirazı olanları dışladı, hainleştirdi, düşmanlaştırdı.
Partilerinin, eskiden temsil ettiği ve savunduğu ideallerden uzaklaştığını, tam tersini yapıp savunduğunu söyleyen çizildi.
Eski iddialarının terk edildiğini dillendiren, çizildi.
Eski vaatlerinin unutulduğunu hatırlatan yedi çiziği...
Dün savunduklarını bugün de savunmak Türkiye’den nefret etmekse...Eski AK Parti de Türkiye’den nefret mi ediyordu?
Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklardan oluşan 3Y ile mücadele ne oldu diyen, Türkiye’ye düşmanlığından mı demiş oluyor?
Bölgesel, dinsel ve etnik milliyetçiliğe karşıydı AK Parti. Kuruluş manifestosunda ilan edilmişti. Her türlü ayrımcılığa karşı durmaya ne olduğunu soran, vatan hainliğinden mi sormuş oluyor şimdi?
Vesayet güçlerine karşı demokrasi mücadelesiyle büyüyen, yasakçı ve ayrımcı kafayı dünyayla dayanışarak aşan, hak ve özgürlüklerdeki kötüleşmeleri dünyaya şikayet ede ede ilerleyen, dış destek aramayı kendine hak gören, açık toplumcu o eski AK Parti’ye bakın bir...
Bir de hayal kırıklığını saklamadığı için eski AK Partilileri bile Türkiye’ye saldırmakla suçlayan, içe kapanmacı yeni AK Parti’ye bakın...
Nereden nereye!
Tarihten bugüne VIP deyyusluk
Bir bu şüphe eksikti; Sedat Peker’in ifşa tarzındaki iddialarıyla VIP deyyusluk tartışması da gündemimize girdi.
Yatak odalarına kurdukları ‘kaset tuzakları’yla siyaseti dizayna kalkışan şantajcıları görmüştük. ‘Özel değil genel’ denilerek siyaseten yararlanıldığını, o özel hayat sırlarının meydanlarda kullanıldığını da...
Şimdiyse siyasette tuhaf bir yükseliş kariyerinin altında, VIP muhabbet tellallığı hizmetleri aranıyor.
VIP kavatlık servisinin dünyada bilinen son büyük temsilcisi, Jeffrey Epstein idi.
Kavatın, milyar dolarlık bir fuhuş ticareti imparatorluğu kurduğu anlaşıldı. Reşit olmayanları da sübyancı, pedofil zenginlere pazarlıyordu. Hapse girdi, hücresinde ölü bulundu.
Kahramanı olduğu skandal, sadece Trump’tan Clinton’a, Amerikan VIP sosyetesini sarsmadı. Çöpçatanlık zinciri, İngiliz kraliyet ailesinden arkadaşı Prens Andrew’a kadar uzandı. Arşivi, Fransa’da bile çalkantıya yol açtı.
Son devrin büyük dümbükleri deyince akla ilk o geliyor, beynelmileldi. Argo tabirle ‘deyyusuekber, pezevengimuteber’ sınıfındandı.
Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Politikaları Kurulu üyesi, Habertürk yazarı Murat Bardakçı, Hürriyet’teyken 19 Eylül 2000’de, tarihimizden yerli bir örneğini yazmıştı.
Yine güncel bir taciz hikayesiydi vesile. “Kadirist Padişah İbrahim” başlığıyla şu saray söylentisini hatırlatıyordu:
“Sultan İbrahim 1648’de Anadolu’daki kumandanı İbşir Paşa’nın karısına göz koymuş, ‘avradı İstanbul’a getirme’ vazifesini de vali Varvar Ali Paşa’ya vermiş. Ali Paşa ‘bre ben pezevenk miyim’ deyip isyan etmiş ama namusuna sahip çıktığı İbşir Paşa tarafından kafası kesilmişti...”
Sadakati ödüllendirilecek, İbşir Paşa 6 aylığına sadrazamlığa dek yükselecekti.
Bardakçı, hem güncel olayı hem bu tarihi rivayeti garip buluyor, “İşin içinde bir iş olmalı” diye bitiriyordu.
Bakalım, bu kez ne iş çıkacak?