Görse kovalardı Necip Fazıl
Adına ödül dağıtan bir gazete Google’ın taklasına geldi, Abdurrahim Karakoç dizelerini Necip Fazıl imzasıyla bastı.
Hem alayıvalayla üstada saygı gecesi yap, hem de Abdurrahim Karakoç şiirini Necip Fazıl’ın diye yayınla!...
Skandal patlar da üstüne gidilmez mi, pandomim koptu haliyle. Üstadın ailesi de ayağa kalktı ‘bu ne saygısızlık, bu ne rezalet’ diye.
Fakat gazeteden ne bir düzeltme duyuldu, ne bir özür!
Üstelik şiirin orijinali de bozulmuş, hece tutmuyor. Karakoç’un da yapmayacağı bir vezin hatasıyla sakatlanmış halde.
“Ya İslam’la yükselir/ya inkarla çürürsün/ bu yol mezarda bitmiyor/gittiğinde görürsün” şeklindeki uyduruk bir versiyon...
Google allameliğiyle internetten almış, allayıp pullayarak Necip Fazıl’a mal etmişler.
Daha şiirini bilmeden, üslubunu tanımadan Necip Fazıl bayraktarlığını kimselere bırakmamakta da değil yalnızca sorun. Lakaytlık mı, laubalilik mi dersiniz, Abdurrahim Karakoç’a da ayıp var.
Olabilir, beşer şaşar, dikkatsizlik eseridir, gözden kaçmıştır, yüze göze bulaştırılmıştır gibi hafifletici sebepler sıralanabilir.
Ama böylesine vahim bir hatayı düzeltmemenin, telafi için parmak bile oynatmamanın, ortada bir kusur yokmuş gibi yapmanın mazereti bulunabilir mi?
BİR DEĞİL, İKİ DEĞİL BORÇ
Bu ‘özür’ beklentisini karşılamama, bir ‘hata’ itirafını bile okurdan esirgeme vurdumduymazlığı tek o gazeteye de mahsus değil aryıca.
Adı lazım değil, aynı günlerde başka bir gazete daha faka bastı.
Gaf mıdır, cehalet mi; yakalayıp Twitter’da afişe eden Cem İleri hesabında gördüm.
“1985 yılında ‘Saray’ adlı romanıyla Nobel Edebiyat Ödülü kazanan yazar Claude Simon’un kitabı, çok uzun ve okunması güç olduğu gerekçesiyle basılacak yayın evi bulamıyor” diye bir haber.
Güya “Bir Fransız radyosuna konuşan yazar bugüne kadar 12 yayıncıdan ret yanıtı aldığını, 7’sindense yanıt bile alamadığını” söylemiş.
“Bu haberi kim hazırladıysa Claude Simon’un 12 yıl önce öldüğünden, sözü edilen romanın 1962’de yayımlandığından haberi bile yok” diye tepki gösteriyor İleri.
Meğer Alan Sokal tarzı bir deneymiş yapılan. Hayranlarından biri, Fransız yazarın eserinden 50 sayfayı yeni yazılmış gibi göndermiş, bakalım edebi değerini bilecek, beğenip basacaklar mı diye. Hepsi de zokayı yutmuş, çoğu sıkıcı diye geri çevirmiş.
Peki olayı tamamen yanlış anlayan bizim gazete sorumluluk aldı mı, ne arar!
Skandalı deşifre eden arkadaşın şöyle bir tespiti de var:
“Bizi hemen etkilesin, ‘tokat gibi çarpsın’, ‘işte edebiyat’ dedirtsin, vay be dedirtsin, dile bak! Bütün derdimiz o tokadı yemek, edebiyattan başka hiçbir şey anlamıyoruz...”
Az bile demiş yaşadığımız irtifa kaybı için.
Edebiyatı beylik laflarla harcıalem klişelere indirgeyen, kullanım değerine göre kıymet biçen bu sığ, bu slogancı, bu tekerlemeci, bu basit kafayı görse tokat gibi çarpmaz mıydı Necip Fazıl?