MESEM ve eğitim şart sevdası
“Eğitim şart” diyenlerin çoğunluğu nedense eğitimin sadece örgün olan kısmına odaklanıyor. Halbuki eğitimin bir de yaygın olan ve hayat boyu süren kısmı var ki tüm dünyada bu yönde güçlü bir eğilim var. Örgün eğitimin zorunlu eğitimle ilişkili olması da bizde kafa karışıklığı yaratıyor.
Zorunlu eğitim denen şey, milliyetçilik çağı ve Sanayi Devriminin bir ürünü. Devletler eğitimi hem halklarını formatlamak ve onları sadık birer yurttaş yapmak hem de fabrikalarda artan eğitimli iş gücü ihtiyacını karşılamak için kullandılar.
Şimdi gelelim bugüne. Geçen hafta Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) ilgili yazıma olumlu olumsuz birçok eleştiri-yorum geldi. Eleştirilerde dikkatimi çeken en önemli nokta hala okullara yüklenen aşırı anlam idi.
Bazıları eğitimi hala 90’lı yıllara kadar kısmen geçerli olan, bir sınıf atlama aracı olarak görüyor halbuki okullar bu özelliklerini yitireli çok oldu. Bu iddia sahipleri bir gerçeği de görmezden geliyor. Geçmişte zorunlu eğitim 12 yıl değildi ve çocukların çoğu zaten kısa sürede çeşitli sebeplerle okul dışında farklı platformlara kayıyordu.
Daha önemlisi, eskiden eğitimin nispeten daha başarılı olmasının sebebi kademeler arası geçişlerde ciddi bir elemenin olması idi. Bu nedenle geçmişin düz liselerindeki başarı düzeyi nitelikli okullarla bile yarışabiliyordu.
Aşağıda vereceğim iki tablo MEB’in hazırladığı ‘Geçmişten günümüze Sayılarla Eğitim (1923-2023)’ sayfasından alındı. Birinci tablo okul sayılarına, ikinci tablo ise öğrenci sayılarına ait.
Özellikle ikinci tablo kademeler arasındaki geçiş sırasında yaşanan değişimi açıkça gösteriyor.


Keşke tablolarda 80’li ve 90’lı yıllara da ait bilgiler olsa idi.
1972-1973 yılında ilkokula giden öğrenci sayımız 5.244.131, bugünkü rakamlara oldukça yakın. Ortaokulda bu sayının %17,75’i, genel liselerde 5,6’sı ve mesleki ve teknik liselerde ise 5,07’si kadar ancak öğrenci olduğu görülüyor.
Bugün ise kademeler arasındaki sayılar birbirine çok yakın.
Peki, geçmişte bu geriye kalan %90’a yakın kitle ne yapıyordu. Bu çocuklar dönemin şartları gereği ya alaylı olarak aile mesleğini devam ettiriyor ya da usta-çırak ilişkisi içinde meslek ediniyorlardı.
Eğitime erişimin kolaylaşması bizde yanlış politikalar nedeniyle maalesef mesleki yeterliliği arttırmak bir yana tam tersi sonuçlar doğurmuş ve niteliksiz ve yetersiz işgücünün artmasına yol açmıştır.
Ve şu sorunun cevabı itirazlarda yok: Çocukların tamamına ilkokuldan itibaren mükemmel bir eğitim imkanı sunsak da istidatları gereği aralarında farklar oluşacak. Doğal durumda bu mümkün değil ama diyelim ki hepsi eşit ve aynı seviyede eğitim aldı. Bu durumda ne yapacağız, hepsi beyaz yakalı mı olacak?
Eğitim işini dünyada en iyi beceren ülkelerden birisi Almanya ama Almanya’daki üniversiteye gidiş oranı bizim kat ve kat altımızda. Neden? Çünkü, lise öğrencilerin çok büyük bir kısmı erken yaşta mesleki eğitime yönlendiriliyor ve üniversitelere gidemiyor. Üniversitelere gidebilecek öğrenciler daha yolun başında belirleniyor. Bizde ise dört işlem yapamayan da logaritma çözen de üniversiteye gidebiliyor.
Bir başka temel sorun bizim mesleki eğitim ve mesleklere karşı küçümseyici yaklaşımımız. Geçenlerde Erasmus programı ile Avrupa’ya giden bir arkadaşın anlattıkları buna güzel bir örnek. Programda samimiyet kurdukları bir Alman öğretmen kızının tıpta okuduğu ve yakında evleneceğini söylemiş. Arkadaş damat adayının inşaat işçisi olduğunu duyunca yakıştıramayıp “Ama kız doktor, oğlan inşaat işçisi?” tepkisi verince meslektaşı “Ne önemi var ki, karar onların” demiş.
Biz ise davul dengi dengine çalar diyoruz.
Bir başka gözden kaçan nokta ise MESEM’lere giden öğrencilerin çok büyük bir kısmının mevcut meslek liselerindeki eğitime bile katlanamayan çocuklar olduğu.
Bu çocuklar bu ağırlığı bile kaldıramıyor.
MESEM’lerde sorunlar varsa ki var, bu sorunları azaltmak ve denetleme mekanizmalarını güçlendirmeye önem vermemiz gerekiyor. Bu çocukları ucuz iş gücü görerek ya da öyle nitelendirerek geleceklerini inşa etme şanslarını ellerinden almamamız gerekiyor.
TÜİK verilerine göre, 2024 yılında 15-24 yaş grubundaki nüfusun %22,9’u ne eğitimde ne de istihdamda yer alıyor. Bu oran 2023’de %22,5’miş. Cinsiyete göre oran erkeklerde %16,2 iken, kadınlarda ise %30,1.
Bu gerçek ortada iken MESEM düşmanlığı anlaşılır bir şey değil.
Türkiye İş Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin 2024 yılına dair iş kazaları raporuna göre iş kazalarında hayatını kaybedenlerin %94’ü erkek (1791 kişi), %6’sı ise kadın (106 kişi). Hayatını kaybedenler arasında 71 çocuk ve 94 mülteci/göçmen de bulunuyor.
2025’de 10 aylık rakam 1700’ü geçmiş durumda. Bu kazaların ve insan ölümlerinin önüne geçilebilmesi için yapılması gerekenleri konuşmak ile histeri seviyesinde tepkilerle yaklaşmak aynı şey değil.
Bu mesele sadece bizim değil gelişmekte olan tüm dünyanın da problemi.
Buradaki temel problem çocuklarımızın gelecekte evlerine ekmek götürebilecekleri bir işe sahip olabilmeleri ve yüksek standartlarda yaşayabilecekleri bir düzen inşa edebilmektir. MESEM’ler ve meslek liseleri konusunda hepimizin şapkamızı önümüze koyup bu işi nasıl çözerize odaklanmamız lazım ama bizde bazı çevreler sadece iktidara saldırma hırsı ile kuru yaş demeden her şeyi ateşe atma derdinde.
Böyle bir tavır ne iş kazalarında ölen çocuklarımızı geri getirir ne de çocuklarımızın yitip giden gelecek umutlarına bir katkı sunabilir.
